16 Eylül 2011 Cuma

Osmanlı'larda Afyon ve Esrar Kullanımı


Osmanlılarda Afyon ve Esrar Kullanımı:
Osmanlı döneminde afyona ‘tiryâk’, afyonu kullanana ise ‘tiryâki’
denirdi.istanbul’da esnâf-ı bengciyan adı verilen bir sınıf bulunuyordu. Bunlar
Süleymaniye semtindeki Tiryâkiler Çarşısı’nda yer alan dükkânlarda şurup,
macun, levha gibi esrar ihtiva eden müstahzarlar hazırlayıp tiryâkilere
satıyorlardı.Abdulaziz Bey, Dersaadet halkının yüzde sekseninin afyon
kullandına ve cami ve tekkelerde bulundukları zaman bile ceplerinde taşıdıkları
kutulardan hap halinde yapılmış ‘gıda’ olarak tabir ettikleri afyonu çıkarıp
kullandıklarını ve afyon kullanımında tam bir serbestlik olduğunu
belirtmektedir.Öyle ki, bazı Anadolu kentlerinde içine afyon ya da buna
benzer maddeler konan ‘berş’ satışı bir gelir kaynağı idi.18. yüzyılda afyon
üretimi öyle bir noktaya geldi ki, afyon gibi maddelerin ihracatı yapılmaya bile
başlanmıştı. Öyle ki, bu dönemde afyonun ekimi, yetiştirilmesi ve hasatı
konusunda halkı aydınlatmaya yönelik zirâî bilgilere dayalı layıhalar dahi
yayınlanmıştır.
Yine 1584 yılında afyona olan eğilimi bilinmesine rağmen Özdemiroğlu
Osman Paşa sadrazamlığa getirilmişti.
Abdülaziz Bey’in anlattıklarına göre istanbul’da afyon tiryâkilerinin pek
çoğu Süleymaniye Camii şerifi karşısında ve medresenin altında otuzbeş
dükkândan ibaret sıra kahvelere devam ederdi. Her biri ancak on beş kişi alabilen
bu kahveler hergün azına kadar tiryâkilerle dolardı.Bu tiryâkilerin bir kısmı
vaktiyle esnaflık yapmış ihtiyarlayınca işten çekilmiş, bir kısmı da vezirlerin ve
valilerin maiyetinde taşrada gezmiş, yaşlandıktan sonra evlerinde oturan
kimselerdi.22 Bunun dışındaki afyon tiryâkilerinin büyük çoğunluğunuda
gençlikleri zamanında içki düşkünü oldukları halde son zamanlarında içkiyi terk
edip kendilerini avutmak ve neşelerinin temin etmiş olmak için afyon kullanan
kesim oluşturmaktadır.17. yüzyılın başlarından Tanzimat’a kadar geçen süre
içinde istanbul’da afyon kullanmayan ilmiye mensubu hemen hemen yok
gibiydi.
Evliya Çelebi, Afyonkarahisar’da sadece esnafın değil, kadınların da afyon
kullandıklarını şaşkınlıkla ifade etmiş, Afyonkarahisarlı erkeklerin kendileri gibi
afyon içen karılarına katlanamadıkları için kahvehanelerde vakit geçirmeye
başladıklarını ve stoklarını da civar bölgelerden temin ettiklerini belirtmiştir.
Afyon ve esrar gibi uyuşturucu kullanmak zamanla kahvehanelerdeki
etkinliklerden biri haline gelmişti. 1670 yılında izmir civarını dolaşan J. Covel
adlı bir ingiliz din adamı ‘afyoncu olan yaşlı bir kahvehane sahibi’ne
değinmektedir.
IV. Murad’dan önce hiçbir padişah afyondan yana olmaya da, afyona karşı
olmaya da cesaret edememişti. Fakat IV. Murad fazla dozda alındığı takdirde bu
maddenin insanı sarhoş ettiğini öğrenince afyonu bütün tebaasına anında yasak
ettirdi. Bu ilk kurbanı ise Hekimbaşı Emir Çelebi olur. IV. Muradın Bağdat seferi
sırasında yanında olan Emir Çelebi yanında taşıdığı afyon macununu gizli gizli
kullanmakta idi. Bu durum padişaha bildirilmiş ve padişah da Emir Çelebinin
elbisesinin altında sakladığı afyon macunun bularak hepsini yedirtmiş ve o günün
akşamı Emir Çelebi komaya girerek ölmüştür.IV. Murad’ın ölümünden sonra
afyon kullanımı iyice yayılmaya başlanmıştır.
Afyona mercimekten daha küçük bir miktarla başlanır, yavaş yavaş iri
fındık büyüklüğüne kadar yükseltilir. Zamanla birkaç misline çıkaran, bu kadar
afyonla bile yetinemediği için içine ‘ak sülümen’ denen zehri koymaya mecbur
olan tiryâkiler vardır.Bunun dışında afyonun tütünle karıştırılarak nargileyle de
içildiği gibi sıvı halinde de içildiği görülmüştür.Ayrıca kahvehanelerde tiryâki
müşterilerine kahveden evvel bir fincan afyon şurubundan vermek adetti.
Abdülaziz Bey bir afyon tiryakisinin günlük yaşamanı şöyle anlatır:
“Afyonun kötü tesiriyle çok zayıf, çelimsiz ve çoğu da ihtiyar olduklarından en
ufak bir gürültü ve şamatadan ürküp, telaşa düştükleri için afyon kahvelerinde
çok sakin, sessiz oturulur, her türlü hareketten kaçınılırdı. Süleymaniye’deki
Tiryaki Çarşısı halkı gece ikilere kadar bu kahvelerde otururdu. Evi uzak
olduğundan erken gitmeye mecbur kalanlar arkalarında ufak zembil, ellerinde
bir değnek, ufak mum amma fenerle suratları asık, gözleri uyur gibi, benizleri
soluk, sesleri kısık, düşkün bir halde kızgın ve öfkeli bir tavırla kahvehaneden
çıkarlardı…Uzun bir yolu olan fakat bu müddet zarfında da afyonsuz ve kahvesiz
duramayan tiryakiler tenhada münasib virane bir köşe bulup zembilini indirir,
zembiline koymuş olduğu ufak tahta parçaları, kuru yaprak ve çırayla bir ateş
yakar, yine zembilinden cezve ve fincanını çıkarıp kahve pişirir, kahve ile bir de
afyon yutar, keyfini yeniler, sonra da yine güçlükle yoluna devam ederdi.”
Afyon tiryâkileri sarhoşlar gibi öteye beriye sataşma, ellerine taş alıp atma
gibi davranışlarda bulunmazlardı. Bu tip insanlar genellikle yaşlı ve halsiz, bitkin
oldukları için onların kızgınları herkesin hoşuna giderdi. Hatta çocuklar bile
yolda rastladıkları tiryâkilere takılmayı âdet edinmişlerdi.
Tiryâkiler, Ramazan ayında afyonu macun haline getirir, macunu iki üç kat
kâğıda sararak sahurda iki üç tane yutarlarmış. Böylece kâğıt mide öz suyunda
eriyince macun midede dağılır ve birkaç saatliğine keyif devam edermiş. Ancak
bu planın yolunda gitmediği, afyon kâğıdının zor parçalandığı yahut kana
karışması geciktiği durumlarda tiryâki krizlere girer ve dış dünyadan âdeta

kopuverir. Afyonu patlayıp kana karışıncaya kadar da farklı tepkiler verir.
Konuşulan veya yapılan şeye uygun karşılık verilmeyen, anlama ve algılamada
geciken durumlarda ‘daha afyonu patlamamış’ deyimi kullanılması da
bundandır.Ramazan aylarında ayyaşlar iftarda şarap yerine afyon şurubu (berş)
içerlerdi.Afyon tiryâkilerin hayâl âlemi içinde söyledikleri sözlere cahil halk
‘keyif ve keramet’ kıymeti verirler, derviş kılıklı tiryâkileri ise evliyâ yerine
koyarlardı.Afyon tiryâkiliğinin endişe verici şekilde yayılmasının ardından
hükümet 1723’te şeyhülislâmdan fetva alıp afyon tiryakiliğini ilan etmeğe
mecbur kalınmış, ne kadar afyon tiryâkisi varsa hepsi değişik yerlere
sürülmüştür.
Osmanlı Devleti dönemindeki uyuşturucuların başında esrar gelmektedir.
Zaman zaman yasaklanmış ve kullananların idamı için çeşitli fetvalar alınmışsa
da elde edilmesi ve kullanılması hiçbir zaman tam olarak önlenememiştir.ve
18. yüzyıllarda esrar kullanımı bir hayli artmış, küberâ ve ileri gelenler tarafından
da gizlice kullanılmıştır.
Osmanlılar döneminde esrara değişik isimler verilmiştir. Halk arasında
‘maslak’ diye adlandırılan esrarın bunun dışında kullanılan isimleri şunlardır:
“keyf, fino, gonca, sarı kız, kaynar, antin, yunan, duman, gubâr, paspâl, hanteriş,
kabza, hurde, diş, hindi baba, dalga, haşiş, zâbıt duymaz, nefes, kırma, hûd, yuf,
dem, dûd-ı siyâh, kara biber, fülfül.”
Esrar içmeye mahsus yerler açılmış ve sayıları oldukça çoğalmışsa da
bunlar kahvehaneler gibi her yerde olmayıp, serbest de değildi.Esrarkeşler
arasında esrar kahvelerinde ‘tekke’ denilmektedir. Abdülaziz Bey’in
bildirdiğine göre esrarkeşler daha çok Aksaray’ın tenha yerlerinde ve
Tahtakale’de bulunuyorlardı. Esrarkeşlerin en önemli özelliklerinden biri, esrarı
birden çok kahveyi dolaşarak içmekti. Esrar genellikle nargile ile içilirdi. Esrara
mahsus nargileler bulunmaktaydı. Nargilenin gövdesi Hindistan cevizinden olur,
marpucu yerine de yarım arşın uzunluğunda bir kamış takılırdı. Nargile yere
konulur, kamış elde tutularak içilir, birkaç nefes çeken adam yanındakine verir,
sıra ile içerlerdi.4Hasan Bahri esrarkeşlerin meclisini şöyle anlatır: “Nargile,
tavla, basdır, ateşle yak! işâretleri üzerine hazırlanır. Nargile yani kabak ocakçı
tarafından ince fasılalarla çekerek alışdırılır. iyice yandıktan sonra tamam bir
nefes çeker sonra nargileyi takdim eder. Meclisde bulunanlara sıra ile ocakçı
tarafından dolaştırılarak diğerleri de çakarlar. Nargileyi bekleyen bazı
kalenderler de sabr u takâtı kalmadığından intizârın şiddetli âteşi içinde feryâd
ederek okurlar:
‘Dem demi Haydar, sahib-i kalender, münkîre tir, yezide hançer, ârife
eker, yuf yezide, çiksun iki gözide, dem olsun zem’
Bu sırada esrârîlerden biri kabağı çekeceği sırada yuf deliğini açup
nargilenin dumanını boşaldup nargilenin kamışını ötdürür ve söyler:
‘yak, yuf, yuf yezide, nargilemizi içün veli, içmeyen deli, pirimiz Hacı
Bektaşi Veli, yuf…’ der çeker.”
Osmanlılarda esrar sarhoşlarına ‘hayran’ denilirdi. Hayran olanlar
uyuşturucunun verdiği şehâvet ile donuk donuk, sanki görmüyormuş görse de
farkına varmıyormuş gibi bakarlardı.Esrar içenler yüksek sesle kahkahalarla
gülmeye başlar, kendi kendine bir sürü anlamsız sözler söyler, arada bir sebepsiz
hiddet fırtınalarına kapılır ve gülünç duruma düşerlerdi. Kibarlar da nedimlerine
ve dalkavuklarına içine esrar koydukları yaş veya kuru incir yedirir, bunun sebep
olduğu garip ve tuhaf hallerine bakarak eğlenirlerdi.
Esrarkeş takımı arasında afyon tiryâkilerinde olduğu gibi efendiden ve
ağadan kimseler bulunmazdı. Esrarkeşler serseri, harabati ve işsiz takımından
olduklarından esrar kahvesi kapandıktan sonra istanbul’un çeşitli yerlerinde,
sokak ortalarında düşüp kalır, cami avlularına kadar girerek sızıp kalırlardı.Dr.
Mongeri, 1860 yıllarında istanbul’da görülen akıl hastalıklarının bir sebebinin de
esrar olduğunu da açıkça dile getirmiştir.
Esrarkeşlerin nazarında paranın, hayatın, dünyanın hiç ehemmiyeti yoktur.
Yegâne düşünceleri esrar tedarik etmektir. Bunlar için hayat, esrardan sonra
başlar.49 Esrarkeşler esrar bulamadıkları zaman tırnaklarını kesip içerler. Bunun
da tükendiği zaman zefir, pirinç, çay, süpürge tohumu, kuru tönbaku içerler.
Esrarkeşlerin baş ve şehâdet parmaklarının ortaları esrar kırmaktan çürümüştür.
Esrar kırmak için tırnaklarının uygun yerlerini kesmezler.
Hasan Bahri, esrarkeşlerin hayatlarını altı basamaklı merdivene benzeterek,
bu basamakları şöyle gösterir: 1. Basamak: neş’e, 2. Basamak: Za’fiyet, 3.
Basamak: Kayıtsızlık, 4. Basamak: Sefâlet, 5. Basamak: Hastane ve 6.
Basamak: Mezar
Osmanlı dönemindeki Bâtınî tarikatlarından olan abdâllar sürekli esrar
(haşiş) içerlermiş. Öyle ki esrar abdâllara has olarak kabul edilirdi. Âbdâlların
pîrinden islâm Baba esrar içme sebeplerini Hz. Ademe dayandırarak şöyle
açıklar: “Hazreti Âdem kûh-ı Serendib’de sedd-i ramak (ölmeyecek kadar yiyip
içme) için haşiş (esrar) eklederdi (yiyerdi). Biz dâhi ana tâbiyet edüp miyanımıza
(yanımıza) tennûre başlayıp uryân ve ekl-i haşiş etmekle muttasıl (devamlı)
hayrân oluruz. Ve dahi âlemler içre seyahat ile her köşeyi seyrân ve muttasıl
esrar-hârlıkla esrâra vakıf olup hayran oluruz.şimdi ey hâce revâdır ki sen dahi
esrârımızdan nûğ ve gam-ı dünyayı bizim gibi ferâmûğ edip(unutup) esrâr-ı
âleme vâkıf u hakâyık-ı eşyâya (eşyanın hakikatleri) ârif olasın”Abdâllar gibi
Bektâşîlerin de esrar kullandıkları bilinmektedir.
Erenler! Tâlib-i esrâra bizden çok niyâz eylen
şarâb-ı aşkın a’lâsın içen abdâla aşk olsun
Âgehi
(Erenler! Esrar içip dalga geçen abdâllara bizden selam
söyleyin, aşk şarabının a’lâsını içerek mest olmuş varsa afiyet olsun yerine aşk
olsun diyelim)
Ahmed Eflâkî de Abdâllar arasında esrar içmenin yaygın olduğunu dolaylı
olarak ifade etmektedir.Bâki’nin şu beyiti de yine Abdâlların esrara olan
tutkularını açıkça dile getirmektedir:
Âşık ki sûz-ı aşk ile uryân olup gezer
Abdâldur ki âlemi hayrân olup gezer
Bâki
13. yüzyılda Anadolu’da Kalenderilerde haşhaş yeme ve esrar içme âdeti
yaygındı.15. yüzyıl başlarında ise Kaygusuz* Abdal, Rum Abdâlları arasında
esrarın sıkça kullanıldığını gösteren manzumeler yazmıştır.:
Gel içegördugnu cür’adan
Kaldır perdeyi aradan

KAYNAKLAR:
Abdülaziz Bey, Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri –insanlar, inanışlar,
Eğlence, Dil-, (Yayına hzl.: Kâzım Arısan-Duygu Arısan Günay), Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, C.2, istanbul 1995.
AÇIKGÖZ, Namık, Kahvenâme (Klasik Türk Edebiyatında Kahve), AkçaYayınları, Ankara 1999.
Ahmed Eflâki, Ariflerin Menkıbeleri, C.2, (çev.: Tahsin Yazıcı), Milli Eğitim
Bakanlığı Yayınları, Ankara 1959.
Ahmet Vefik Paşa, Lehce-i Osmani, (hzl.: Recep Toparlı), Türk Dil Kurum
Yayınları, Ankara 2000.
Amasyan Efendi, Afyon Tohumu Zira’ına Dair, La Türki Matbaası, istanbul
1287, (Atatürk Üniversitesi Merkez Kütüphanesi Seyfettin Özege Salonu,
No:108).
BAKTIR, Mustafa, “Afyon”,islâm Ansiklopedisi, DiA, C.1, istanbul 1988,
s.442.
Balıkhane Nazırı Ali Rıza, Bir Zamanlar istanbul, (hzl.:N. Ahmet Banoğlu),
Tercüman 1001 Eser, Tarihsiz.
BAYTOP, Turhan, “Esrar”, islâm Ansiklopedisi, DiA, C.11, istanbul 1995,
s.431.
Besim Ömer, Mükeyyifât ve Müskirâtdan –Afyon, Kahve, Çay, Esrar-, Mahmud
Bey Matbaası, istanbul 1305. (Atatürk Üniversitesi Merkez Kütüphanesi
Seyfettin Özege Salonu, No:10155).
Beyâni, Tezkire-i şuâra, (hzl.: ibrahim Kutluk), Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara 1997.
CANIM, Rıdvan, Edirne şairleri, Akça Yayınları, Ankara 1995.
CEBECiOğLU, Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Rehber
Yayınları, Ankara 1997.
DERNSCHWAM, Hans, istanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, (çev.: Yaşar
Önen), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1992.

Kurana göre dünya düz mü yoksa yuvarlak mıdır?




DİYANET VAKFI

Ondan sonra da yerküreyi döşedi,

 DİYANET İŞLERİ 
 Ardından yeri düzenlemiştir.

 SUAT YILDIRIM
 30 – Sonra da yeri döşeyip yerleşmeye hazırladı.

 ALİ BULAÇ
 Bundan sonra yeryüzünü serip döşedi.

 Y. NURİ 
 30 Bundan sonra da yeri yayıp deve kuşu yumurtası biçiminde yuvarlattı.

 ELMALILI 
 Bundan sonra da yeryüzünü döşedi.

 E.YÜKSEL 
 Ve yeri de yumurta biçimine soktu *

 MUHAMMED ESED
 Ve ardından yeri düzenleyip yaymıştır,

 ÖMER NASUHİ
 Ve gecesini karanlık etti, gündüzünü de çıkardı (aydınlattı). Ve ondan sonra da yeri yaydı. Ondan suyunu ve otlağını çıkarıverdi.

 S.ATEŞ 
 Bundan sonra da yeri yayıp yuvarlattı. *

 GÖLPINARLI 
 Ve yeryüzünü de bundan sonra yaydı, döşedi.

 ŞABAN PİRİŞ
 Ve yeri, bundan sonra yaydı.

 G. ONAN
 Bundan sonra yeryüzünü serip döşedi.

Gerçekten de Kur'an mucize(!) bir kitap.

Bu kadar mealde , birbirine benzerlik bulamıyorsunuz..En iyisini Araplar bilir diyerek Suudi fetva makamının başkanının 1975'de yayınladığı kitaptan okuyoruz dünyanın yuvarlaklığı hakkında yazdıklarını aşağıda devam edelim.

Şeyh Abdul Aziz Bin Baz


Suudi Arabistanlı meşhur Şeyh Abdul Aziz Bin Baz, “Dünya’nın Sakin Güneş’in Hareketli Olduğuna ve Gezegenlere Çıkmanın İmkansızlığına Dair Akli ve Hissi Deliller” isimli resmi makamlarca basılan risalesinde şunları söylemektedir: “Kim dünyanın yuvarlak olduğunu iddia ederse küfür ve delalete düşmüş olur. Çünkü bu iddia hem Allah’ın, hem Kuran’ın, hem Peygamber’in reddidir. Bunu iddia eden kişi tövbeye davet edilir. Ederse ne ala! Aksi takdirde kafir ve dinden dönmüş bir kişi olarak öldürülür ve malı da Müslümanlar’ın hazinesine katılır... Eğer ileri sürdükleri gibi Dünya dönüyor olsaydı ülkeler, dağlar, ağaçlar, nehirler, denizler bir kararda kalmazdı. İnsanlar batıdaki ülkelerin doğuya, doğudaki ülkelerin batya kaydığını görürlerdi. Kıble’nin yeri değişir, insanlar kıbleyi tayin edemezlerdi. Velhasıl (bunların hiçbiri görülmediğine göre) bu iddia (dünyanın hareketli olduğu iddiası) sayması uzun sürecek birçok nedenden dolayı batıldır.”

 Suudi fetva makamının başı..Hem de 20.yüzyılda " Dünya dönüyor diyenin katli vaciptir" diyor...

 Şimdi biz neye inanacağız..Bu mealciler , Arapça'yı şeyhten daha mı iyi biliyorlar

15 Eylül 2011 Perşembe

Osmanlı'da Eşcinsellik







OSMANLI EŞCİNSEL METİNLERİ
Eskiler, Osmanlılar'daki eşcinsel metinlerden bahsederken, "Bu iş, adamların sadece dilinde" derlerdi...
Sadece dillerinde olup olmadığını bugün bilemiyoruz ama eşcinsel temalar, Osmanlı cinsellik metinlerinin azımsanamayacak bir bölümünü oluşturur ve bunları görmezlikten gelmek de zordur.
Bu tür ilişkiler, o dönemin şartları içerisinde olağan bir davranış görüntüsü verir. Eşcinsel eğilim, sıradan şairinden divan sahibi şeyhülislamına yani en yüksek düzeydeki din görevlisine, padişahın maiyetindeki besteciden semai kahvelerinde sazını çalarak geçinen müzisyenine, ansiklopedistlerden tasavvuf bilginine kadar, toplumun değişik kesimlerinden gelenlerin yazdıklarında açıkça görülür.
Alışılmış görüntülerden biri, kadının kötülenmesidir. Meselâ Sümbülzade Vehbi'ye göre erkek, "Eli kınalı kadınlardan elini çekmelidir, zira kadınlar, erkeğe kanlı gömlek giydirebilirler":
"Dest-i hınnâ-zedelerden el çek,
Giydirirler sana kanlı göynek"
Lâmiî Çelebi ise, erkeklere "evde kahbe tutmayın" diye nasihat eder:
"Merd isen evde kahbeyi tutma
Ger boyunca batursa altuna
Lanet olsun âna ve mâline de
Mâli mel'un, kendi mel'üne"
(Seni boyunca altına da gark etse, erkeksen, kahbeyi evinde tutma... Ona da, malına da lanet olsun!. Malı da, kendisi de mel'un...".
Ve, kadın unsurunun yerini erkek sevgili alır...
Fuzuli, "Subh çekmiş çerha tıygın taşa çalmış âfıtâb / Zahir etmiş ol meh-i dellâke ayn-i intisâb" diye başlayan gazelinde "Sabah usturasını bilemiş, güneş kılıcını taşa çalıp o ay gibi tellaka bağlılığını göstermiş... Başlar, onun anber kokulu usturasının hareketinden, suyun dalgalanıp kabarcıklar meydana getirmesi gibi neşelenip tertemiz oluyor... Her kılımın ucunda bir baş olsaydı ve sevgilim onları saç gibi doğrasaydı, kanlar döken usturasından yine de kaçmazdım..." sözleriyle, hamamda saç tıraşı yapan bir tellaka övgüler yağdırır.
Divan şiirinin hemen her ünlü adı, bu şekilde mısraların yer aldığı "hammamiye"ler, düzer ve güzel delikanlıları tasvir ederler.
Erkek sevgilinin şiirde sadece böylesine sembol olarak değil, adıyla, sanıyla geçmesi olağan bir şeydir...
Örneğin, Zatî'nin Rüstem'i... Güzelliğinin anlatımı cihanı baştan başa tutmuş, destanı gönül mecmuasında söylenir olmuştur:
"Vasf-ı hüsni tutdı sertâser cihanı Rüstem'ün
Söylenür mecmâ'-i dîlde dasitanı Rüstemün"
Zatî' sadece Rüstem'le değil, Ahmed'le, Recep'le, Halil'le ve belki daha başkalarıyla da gününü gün etmekte ama dert de çekmektedir. En çok üzüntü verenlerden biri, Ferhad'dır... "Ona gönül verdiğinden beri bir ağlasa, dağlar ve taşlar ahenge gelecektir":
"Nice dağ-u taş âheng ider âh-u figân eylesem
Olaldan Zatiyâ âşık-ı gam-kîni Ferhâd'ın"
Taşlıcalı Yahya, Memi'sinin benzerini göklerde bile bulamamıştır... Genci, "Bir gece rüyamda on sekiz bin âlemi gördüm... Bu büyük göğü gündüz gibi, dokuz kez dolaştım... Sana benzer ne melek, ne de insan gördüm... Benim gencim, sevdiğim, canım Memi" diye anlatır:
"Bir gice seyrimde gördüm on sekiz bin âlemi
Gün gibi dokkuz dolaşdım bu sipihr-i â'zemi
Ne melek gördim sana benzer ne üns-i ademî
Nevcivânım, sevdiğim, canım Memi canım Memi"
Böylesine şiirler, örnekleri uzatacak olursak, sayfalarca devam eder, gider...şehirlerdeki genç erkeklerin, nadir de olsa kızların zerafetlerinden ve özelliklerinden şiir şeklinde sözeden, sadece onları anlatmak için kaleme alınmış ve ünlü şairlerin imzasını taşıyan eserler de vardır: şehrengizler...şehrengizlerin bazı bölümleri geçmişte bölük pörçük de olsa yayınlandığı için, buraya tam metni bugüne kadar hiçbir yerde çıkmayan, şehrengiz benzeri bir başka eserin tamamını ahyouz: Hamamcılar Kethüdası Derviş ismail'in 1686 tarihini taşıyan "Dellaknâ-me-i Dilküşâ"sını, yani "Gönüller Açan Tellaklar Kitabı"nı...
Sadece kese ve sabun mu?...
"Tellak" veya "dellak" denilen hamam işçileri geçmiş yüzyıllarda, hamama gidenleri sadece "keseleyip sabunlama" işine mi yararlardı?
"Dellaknâme-i Dilküşâ", bunun böyle olmadığını, tellakların müşterilerin başka "isteklerini" de yerine getirdiklerini anlatıyor.
Risalenin konusu, o dönem istanbul'unda isim sahibi 11 hamam tellağının öyküsü ve "iş"lerini nasıl yaptıkları.
Kitabın içeriği kadar, geçmişi de ilginç...
1903 yılında, Taif mutasarrıfı olan o dönemin meşhur yazarlarından Mehmet Ali Aynî Bey, risaleyi Taifte ġeyh Yasin el Rumi adında bir zenginin evinde bulur. şeyh Yasin, ibrahim Çavuş adlı bir yeniçerinin torununun oğludur, ibrahim Çavuş, yeniçerilerin ortadan kaldırıldığı 1826 kıyımından sonra Arabistan'a kaçıp Taifte yerleşmiş, torununun çocuğu olan şeyh Yasin, Dellakname'yi Mısır'daki bir kitap mezatından satın almıştır.
Mehmet Ali Aynî Bey, kitabı kopya eder, istanbul'a dönerken yanında getirir ve risalenin elyazısıyla peşpeşe kopyaları çıkartılır. Bizim, 1985'te istanbul'da yapılan bir müzayededen satın aldığımız nüsha da, bu kopyalardan biri.
Derviş ismail'in yazdıklarından, 17. yüzyıl sonlarında istanbul, Eyüp, Galata ve Üsküdar'daki toplam 408 hamamda 2 bin 321 tellakın çalıştığı anlaşılıyor. Risalede sözkonusu edilen 11 tellakla bunların çalıştıkları hamamlar, şunlar:
Kılıç Ali Paşa Hamamı'nda Yömenici Bali, Fındıklı Müftü Hamamı'nda Sipahi Mustafa Bey, Kasımpaşa Piyalepaşa Hamamı'nda Seyis Hasan Ali, aynı hamamda Kalyoncu Süleyman, Yıldızbaba hamamında Kız Softa Ürgüplü ismail, Kadırga Çardaklı Hamam'da Kınalıkuzu Firuz, Üsküdar Kolluk Hamamı'nda Peremeci Benli Kara Davud, Mahmutpaşa Hamamında Altınbaş Beyoğlu, Eyüp Eski Yeni Hamam'da Keşmir Mustafa Azapkapısı Yeşildirekli Hamam'da Hamleci ibrahim ve şengül Hamamı'nda Karanfil Hasan.
Risale, tellakların sadece "görevlerini" yerine getirme tekniklerinden sözetmiyor. Bu "görevlerin" nerede ve ne şekilde yapıldığını, kurnabaşı işlerini, camekanlı odası'na "döşek yoldaşlığını", ve müşterilerin ödeyeceği fiyatları da veriyor.
"Dellakname-i Dilküşâ'dan geçmişte sadece Reşat Ekrem Koçu'nun istanbul Ansiklopedisi'nde söz edildi. Kitabın adı ve bahsettiği tellakların isimleri ansiklopedide madde halinde çok kısa yeraldı ve ansiklopedi, bu kitapla ilgili tek kaynak olarak kaldı, tam metin ise hiçbir yerde yayınlanmadı.
Aşağıda, "Gönüller Açan Tellaklar Kitabı"nı tam metnini veriyoruz. Metinde cümle yapısını elden geldiğince bozmayarak ifadeye olabildiği kadar sadık kalmaya çalıştık. Osmanlıca kelimelerin karşılıklarını hemen yanlarında, parantez içerisinde gösterdik, ancak çok ağdalı olan bazı cümleleri, günümüz Türkçesine uyarladık.
Bundan sonra Derviş ismail konuşsun ve 200 yıl öncesi istanbul'unun en meşhur 11 tellakının öyküsünü anlatsın...
DELLAKNÂME-İ DİLKÜŞÂ
(Gönüller Açan Tellaklar Kitabı)
SEBEB-İ TE'LİF-İ RİSALE (Risalenin yazılış sebebi): "...Bir mahbub-ı ziba (yakışıklı sevgili) ve ne- civan-ı yektanın (tek olan gencin) ibram (zorlama) ve ricasıdır ki, fettanın (fenalıklar yapan kişinin) ism-i şerifi (şerefli adı) Yemenici Bali'dir.
Henüz on beş yaşında ve güzellik tacı adının başında ve bu günahkârın mürg-i dili (gönül kuşu), yemenici oğlanın samur kaşında 59. ortanın civelek acemisi olup kullukta şahbaz yoldaş altında baskın vermek ile (basılması üzerine) Tophane'nin Kapudan-ı derya Kılıç Ali Paşa hammam-ı dilküşâsında soymuşlar ve hamam çıplağı zeynine koymuşlar ve gece ile gündüz elli dokuzun ehrimen-lika (kötülükler tanrısı suratlı) eşkiyası ve Tophane ocağının cehennem zebanisi semenderleri ve kalyoncu levendler ki elli dokuzlu (bir yeniçeri ortası) ve Tophaneliden eşedd (daha şiddetli, sert), padişah kullarının yüzkarasıdır, amma camekân odada, amma içeri halvette, o nazlı oğlanın firuze kâsesini ejder misali demir kazık millerle oymuşlardır ki, Yemenici Bali'ye zulüm ve gadir bu kadar olur.
Bu abd-i hakir 1096 sevval'inde kethuday-i hamamciyan oldukta (hamamcılar kethüdası olunca), oğlan rak'a (yama) ile gelip ve nergis gözlerinden feryad ile kanlı yaşlar döküp "S....mek canımıza yetmiştir" deyu o hamamdan halâsını ve hîz (pasif eşcinsel) oğlandır deyu subaşının defterinden ism-i şerifinin çalınmasını ("silinme-anlamında) ve kapımızda kulluğu niyaz etmekle bu Derviş ismail dahi gökte aradığını ağuş-u muhabbette (sevginin kucağında) bulup o garip oğlanı subaşı ağa ile hamamcı ağa pençelerinden kurtarıp hane-i bîminnette zahirde (görünürde) çubukdarlık hizmetin vermiş ama halvette döşek yoldaşı edinip murada ermişizdir.
Günlerde bir gün Yemenici Bali oğlanım, "Efendi, gün akşamlıdır. N'ola ki (ne olur) bizim dahi ismimiz bir risale-i dilküşâda (gönül açan küçük bir kitapta) mezkûr olup (anılıp) bu ruzigâr-ı bîvefada (vefasızlık zamanında) bir nam-u nişan (isim ve eser) bıraksak dedikte (dediği zaman), 1096 tarihinde şehr-i şehir-i istanbul'un (şehirler şehiri istanbul'un) dört mevleviyet yerinde 408 hamam-ı dillküşâlarında 2321 nefer tellak-i pak hamam çıplağı şerifleri ile gûnâ bir tezkire icad ve tahrir eyledik.
YEMENİCİ BALİ
Birincisi, Bali'dir. Hüsn-ü an (güzellik) ve cilve ve edep ve terbiye ve nezaket ve sadakat ondadır. Muhabbet dalında açmış gonca gül, sine (göğüs) kafesinde yavru bülbüldür. Saça sünbül, gamzeye gül, nigâha (bakışa) cellâd, kadde (boya) şimşad (şimşir ağacı), hançere (çelik), g..e kâse-i billur (billur kâse), göbeğe katre-i nur (ışık katresi), baldırlara sim-sütun (gümüş sütun), ayaklara sebike-i Sim (gümüş külçesi) ve kaküllere deste-i ibrişim (ibrişim destesi) dediler ise, işte bu Bali-i dellak şanındadır (tellak Bali için söylenmiş demektir).
Nalın ile sahn-ı hamamda (hamamın bahçesinde) tavus misali cevelân eden (dolaşan) o pakize (temiz) oğlan, elli dokuzun acemisi ve Tophane'de bir yemenici ustanın çırağı olup:
"Biri yer biri bakar
Kıyamet ondan kopar"
Kalafat yerinde (gemilere zift sürülen yerde) kahvehanesi olan hezele güruhundan (gurubundan) elli dokuzlu (yeniçerilerin veya leventlerin 59. bölüğünden) Darıcalı Gümüş Ali dedikleri it, bir akşam oğlan yolun (oğlanın yolunu) çevirip kolluktan içeri çekmiş ve kalyonculardan Kıçlevendi Zehir Ahmet ve Tophane zebanilerinden Kurt Halil nam şakilerle Yemenici Bali'nin bal çanağına eşek arıları misali üşüşmüşler ve oğlanı sabaha varınca s..mişler ve ana doğması soyup üryan (çıplak) edip dahi (üstelik) oynatmışlardır. Subaşı Ağa dahi kola (devriyeye) çıkıp kollukta meclis-i işret (içki meclisi) kurulduğunu haber aldıkta (alınca) varıp basıp, oğlanı y.... altında yatar iken ahz edip (alıp) ism-i şerifini (şerefli adını) deftere kaydı ile tezlil (küçültüp, düşürüp) ve altın adını bakıra çıkarmakla kalmayıp, baldırında kaba etine hîz (pasif eşcinsel) oğlandır damgasını dahi basmıştır. Bali dahî gayrı ("artık" anlamında) beni bir hammam-ı dilküşâ pak eyler (temizler) deyip Tophane'de Kapdan-ı Derya Kılıç Ali Paşa'nın hammam-ı kebirinde (büyük hamamında) bir üstad dellakın elini öpmüş ve soyunmuştur.
Az zamanda şöhret bulup gece ve gündüz seferi 70 akça narhtır (bir defası için belirlenmiş ücreti 70 akçedir). 20 akça dahi ortağı dellak alır ki, 90 eder. Gece döşek yoldaşlığı 300 akçadır. Amma kulamparesi kaç sefere ki takati vardır (kaç kez yapabilirse) oğlana o kadar fişek atar, 300 akçeye dahildir. Amma ser-nevbet (baş nöbetçi) dellak "Sabahdır" deyu (diye) nida ettikte (bağırınca) ve kulampare oğlana yine koymak murad ettikte (isteyince), 90 akça ücretini verir. Yemenici Bali, günde üç seferden ziyade g.. vermez idi. Pak ve pakize (temiz) tendürüst (sağlam vücutlu) sine (göğüs) bülbülü kınalı kuzu idi.
SİPAHİ MUSTAFA BEY
Biri dahi, Sipahi Mustafa'dır. Kuzattan (kadılardan) bir zatın gönül eğlencesi iken yaramazlar pençesine düşüp on beş yaşında peri-peyker (peri yüzlü) oğlanı Mudurnu Dağı'nda Kara Domuz nam şaki-i pelide (pis hayduta) peşkeş çekmişlerdir. Kara Domuz ki âdem ejderhası belây-ı asumandır (göklerin belasıdır), oğlancığı kıllı sineye çekip gözleri yaşına bakmayıp gümüş künbedine demir kazık çakmıştır. Nursuz Ali ve Yorganyüzüoğlu ve Çiçekli Mustafa ve Kalaycı Hasan emsali şeytanlar, cümle on sekiz nefer-i dîv heyet (dev yapılı) ve ehrimen-suret (kötülükler tanrısı suratlı) asılacak zehir ademlerdir. Sipahi Mustafa Bey'in g..ü üstünden geçip o nazlı oğlanı kan-revan perişan etmişlerdir. Dağda, bayırda, taşda, çakılda, çemen, dikende yürümeğe mecali kalmamakla bir handa emanet yatağa koyup gitmişlerdir.
Çamlıbel'de mezkur (adı geçen) handa Davud Odabaşı ki gayet ile mu'lem (tanınmış, bilinmiş) idi, o dahi oğlanın g..ünde çarh-ı felek merkezin bulmuş. Aç kurdun kuzuyu koruduğu misali geceleri kendi döşeğinde yatırmış, kalemi hokkaya batırmış, evrak-ı muhabbete sahhu'l-visal işaretin çekmiştir ("sah" kelimesi eski belgelerde "karşılaştırıldı, incelendi, doğrudur" anlamında kullanılır. Burada "ilişkinin tam olarak meydana geldiği" kastediliyor). Amma oğlanın gözü yaşına merhamet edip handa tutsa eşkiya gelir alır. şehr-i şehir-i istanbul'dur (ġehirler içerisinde meşhur olanı istanbul'dur) deyip oğlanı âsitane-i saadete getirip Fındıklı'da Müftü Efendi Hamamı'nda Sipahi Mustafa'nın nazlı beline dellak peştemalın kuşatmış ve o güruhun şanına şan katmıştır.
Kıl kadar ayıbı yok bir müeddeb (edepli, terbiyeli) pakize oğlandır ki hile ve şeytaniyet yoluna sapmaz, g..ünü domalıp yattıkta (yatınca) müşterisinin y....ı yolunu şaşmaz, meyve-i vaslını rayegân eylerken (vuslatının meyvesini bol bol verirken) mest olup mesteder. Cilveli pak ve çâlâk (temiz ve eliçabuk) Sipahi civandır ki devrimiz ricalinden mal-i Karun'a sahip (Karun kadar zengin) Gümrükçü Emini Hasan Efendi bu dellak oğlana alâka edip Galata mollası eliyle hamamdan çıkartıp hanesine almış ve fahir libaslar (süslü elbiseler giydirip) zer-ü zivere müstagrık edip (altın süslere garkedip) mahbub çubukdar eylemiştir. Amma Sipahi Mustafa Bey'de de sadakat ve vefa bu kadar olur. Velinimetinden gayrı ferde uçkur çözmemiştir ki böyle emsali, çubukdar oğlanları çuhadar, tatar, dolapçı, arabacı, seyis, hamleci makulesi herifler şakır şakır s....lerken, Sipahi Mustafa Bey parmak ucuyla dahi dokundurmamıştır.
KIZ SOFTA
Biri dahi Kız Softa'dır, yani Ürgüplü ismail'dir ki, Zalpaşa Medresesi'nde hemşehrisi Dağlı Hüseyin nam (adlı) pelide (pise) misafir olup, üçüncü gece o zalim dağlı herif "Hemşehri oğlan s....k yâri hiledir (dostça bir oyundur)" deyip oğlancığı bi'l-ikna (ikna ederek) rızasıyla fiili livataya mübaşeret eyledikte (girişince) maslahatı begayet kebir (çok büyük) olmakla Molla ismail kan-revan bihuş (serhoş) oldukta (olunca), gaddar herif işini tamam görmüştür.
Amma ertesi vak'a şüyu buldukta (olay duyulunca) fail-i zalim Dağlı Hüseyin memleketi canibine firar, ismail'e dahi medresede durmak olmayıp öyle mahbuba cümle kapılar küşade olmakla (bütün kapılar açılmakla) helvacı esnafından Telli Halil Ağa oğlanı alıp esnaf zeynine koyup (esnafın süsleri arasına katıp) tezgâha oturtmuştur. Ve dükkanını o perî-suret (peri yüzlü) ile tezyin eylemiştir. Gece dahi odasında yatırıp telezzüz-ü nazar ve (bakarak zevk alma) deraguş (kucaklama) ve buse faslı, ayak öpme, göbek koklama, çakıl memecikler dişleyip altın kamış çük yoklama ile iltifat etmiştir.
Bir sene mürurunda (geçince) istanbul'un kulampara eşkiyası Kız Softa'yı rahatına komayıp dükkânın gözleyip ustasın gaybubetinde (yokluğunda) müşteri-suret (müşteri gibi) ülfet ve muhabbet edip envai tuhfe (çeşit çeşit hediye) ve akçe ile oğlanın aklın çalarak birkaç ay mikdarı bahçe ve bostan ve bekâr odası ve hamam dolaştırıp akıbet Karakuş nam (adlı) şeririn pençesine düştükte (düşünce) Yıldızababa hamamına götürüp soymuş ve beline siyah dellak peştemalın sarıp üstad elinde ba'dettalim (talimden sonra) müşteri aguşuna (koynuna) halvete koymuş kapamışlardır.
Gündüz içeride halvette bir seferi 100 akça ve gece camekân odada döşek yoldaşlığı livata sabaha dek üç seferden ziyade olmamak üzere iki tafralı altın narhtır. Oğlan üç seferden ziyadeye rıza gösterdikte (kabul edince), müşterisi her seferi 100 akçadan koyar, s...r. Oğlan kulamparasından hazzedip (zevk alıp) akça talep etmese dahi, herif oğlanın ortağı dellake 20 akça payını yine verir.
SEYİS ALİ
Biri dahi Seyis Ali'dir. Bir tüvana (güçlü) nev-hat (sakalı yeni çıkmış) oğlan olup kendi kadr-ü kıymetini (değerini) bilmeyip boğazı tokluğuna tersane haytalarına uçkur çözerken hamam çıplağı olmuş, az zamanda şöhret bulup Hammam-ı Piyalepaşa'da (Piyalepaşa Hamamı'nda) kibar ve rical (önde gelen kişilerin) tokmakçısı idi. Dellak Kalyoncu Süleyman'ın oğlanı ve şakirdi (öğrencisi) ve ortağıdır ki bir günde kırk g.t tokmaklayıp kırk sefer fişek attığı hamam siciline kaydolunmuştur.
Ricalden (Üst düzeydeki yöneticilerden) bir efendinin oğluna alâka edip oğlanı kalafat yerine çekip cebren (zorla) gemi içine sokup livata etmekle (etmesi üzerine), hamamdan peştemalı ile çıkarmışlar ve o çıplak halinde kalafat yerinde salbeylemişlerdir (asmışlardır). Amma pek yazık olmuştur. Elhak (Allah için) erkek güzeli serbaz (cesur), şahbaz (yiğit), dilbaz (gönül eğlendiren), civanbaz (gençlere meraklıların) hizmetinde çâlâk (çevik) dellak-i pak (temiz tellak) idi.
KALYONCU SÜLEYMAN
Biri dahi Kalyoncu Süleyman'dır ki, âdem (insan) ejderhası tüvânâ (güçlü) yiğit, hamamın ab-ı ruyi (yüzsuyu) ve kibarın ve ayanın ve eşrafın makbulü, gayeüc mergub (rağbet edilen) mahbub tokmakçıdır.
Trabzon hâkinden olup (aslı Trabzonlu, orada doğmuş olup) eyyam-ı şebabet ve nev civanisinde keştiban (gemici) dayılar aguşunda (koynunda) perverde olup (büyütülmüş olup) şahin başında keçe külah, sine üryan (göğüs çıplak) ve yalın ayak baldırı çıplak kanca atıp palamar bağlamış, geceler dahi bekâr dayıların koynunda uçkur çözüp g.. devirmiş oğlan olup bunlara gemici ıstılahı üzre (deyimlerine göre) zenane derler ki, adam s.....e doyamaz ve iri kıyım oğlan ayağı ile döşekte öyle cilvelerle ayak uyuşturur ki, muhabbet bu kadar olur.
Bu Kalyoncu Süleyman günlerden bir gün Hasköy iskelesine gelip Kalafat yerinde Ali Paşa kahvesinde yalın ayak baldır bacak çıplak ve hem sinesi küşade (göğsü açık) levendane oturmuş, şehrî kulamparaların yüreklerini dağlar ve "şu keştibân (gemici) oğlanın hancer-i puladı (çelik hançeri) acep ne boyda ve şekildedir" diye o biçareleri uçkur kemendine bağlar iken meğer şehrimiz hamamcılarının eşbehlerinden (kabadayılarından) Piyalepaşa hamamcısı Hasan Ağa dahi o kahvehanede imiş. Ve oğlanın iri kıyım yalın ayaklarında demir gülle topuk ve hem sünbül koçanı y...k temaşasında (seyrinde) imiş. "Tamam, bana böyle bir
serbaz ve şahbaz ve aşkbaz tokmakçı dellâk-i çâlâk (tez canlı tellâk) ve pak (temiz) zeberdest (mahir) fetâ (genç) lâzımdır" deyip ve hemen ülfet ve sohbet ve muhabbet edip oğlanı itma' (gözünü boyayıp tamaha düşürüp) ve ikna ile kahvehaneden öyle yalın ayak ile çıkartıp hamamına götürmüş ve soyup dellak peştemahnı beline kendi eliyle sarıp bağlayıp, birkaç gün üstad elinde terbiyesi tamam oldukta müşteriye çıkmıştır.
Hadd-ü edep bilir tokmakçıdır. Hicap (utanma) perdesini yoluyla açıp hizmetin tamam görür. Müşterisini halvete alınca kapıya peştemal perde talik edip (asıp) altında nalınların kilit nişanı bırakıp "Uzan beyim, paşam, efendim, ağam, bacakların ve ayakların bir yol oğuşturayım" deyip nicesini baldır bacağa atar ve kıvamı geldikte (gelince) kendi peştemalını fora edip çırçıplak, daltaşak, dal...... hemen müşterinin ayakların öper, "Sultanım, işte gör, vücudum uyandı. Gayrı mürüvvet ve ihsan sendendir ki benim gibi garip çıplağını sevindir. Seninle bir muhabbet edeyim" deyip nazikane el ense eder ve y......ı ki şah-ı merdan ru-siyahtır (büyük siyah tokmaktır), bir nezaket yoluyla aheste beste dipleme sokar ki, bu hüner işte ancak bu ittedir. Fişek atıp fiili livata tamam olunca, yine ayak öpüp izin talep eder. S.....i müşteri taşra camekâna çıkınca bahşiş için lâf etmek, bu Kalyoncu Süleyman için değildir.
Narhdır ki, hamamda tokmakçılar halvette bir sefere 100 kuruş alırlar ama bu Süleyman'a 300 verse azdır. Gece döşek yoldaşlığına davet olunsa asgari üç sefer koyup fişek atması, 450 kuruş narhdır. Amma müşterisi yeter derse, Kalyoncu Süleyman beş sefer bitip fişek atar. Böyle kaviyyülsine (göğsü güçlü) ateşli tokmakçıdır. Ekser kendi dahi alta yatıp "Efendim lutfeyle, bu muhabbetin tadı altlı üstlüdür" der. Elhak hamam uşağı, mukaşşer (kabuğu soyulmuş) aşkbaz yiğittir vesselam.
KINALIKUZU FİRUZ
Biri dahi Kınalı kuzudur ki, ism-i şerifi (şerefli adı) Firuz'dur. şehrî (meşhur) kulamparalar Firuz şah dahi derler ki, elhak (gerçekten de) padişah-ı iklim-i hüsndür (güzellik ikliminin padişahıdır). O dilberin el ayaklarında parmakları kınalıdır.
Arnavudiyu'l-asıl (Arnavud asıllı) olup, gözleri kanlı taze delikanlı olup vilayetinden ("memleketinden" anlamında) geldikte Çardaklı Hamam'da hemşehri odasına misafir olmuş, o dellak-i pelid (pis tellak) Firuz'u s...p eritmiş, beline dellak peştemalını bağlayıp kese ve sabun ve lif ve lenger ile sanatını talim edip ortağı etmiştir. Mürüvvet (mertlik) sahibi kulampara biraderlerimiz, Çardaklı Hamam'a vardıklarında "Bir kınalı kuzucağımız vardır" dedikte, o hayvan Firuz'u getirip el öptürür, makbule geçer makuleden olmakla (makbule geçer zannederek) iltifat gördükte (görünce) "Efendim, ortaklık yoludur. Oğlanın başını tutsam (tutmam) gerektir" deyip o lâîn (şeytan gibi kovulmuş) Arvavud şaki Firuz'un boynuna kol kemendini attıkta (atınca) oğlanın g..ü nur topu misali domalır ki, aşkolsun o oğlana y...k basana.iş bittikte oğlan su dokunup peştemalını bağlanıp el öpüp "Yine beklerim ağam, buyur" deyip çıkar ve bahşişini ve kanun-u narh üzre (narh kanununa göre belirlenmiş) livata ücretini ortağı dellak alır. Bir böyle pervasız Arnavudun yezididir ki, Firuz'a g...nün kazancından birkaç akçe güç ile (zorla) verir imiş.
PEREMECİ BENLİ KARA DAVUD
Biri dahi Üsküdar'da Kolluk Hamamı'nda Peremeci Benli Kara Davut'dur. Tokmakçıdır. Bâlâ kamet (uzun boylu) bir tüvânâ (güçlü) çâr-ebru (bıyıkları yeni çıkmış) bir yiğittir ki gece ve gündüz bey ve paşa ve ağa ve efendi ...ü tokmaklar. Bir it oğlu ittir. S.....n kazancını yine s.....e yedirip bilâ libas (elbisesiz) yalın ayak gezer biçaredir. Üsküdar Kolluk Hamamı'nda zuhur etmiştir (ortaya çıkmıştır) amma kapısı yoktur. Hamam hamam dolaşır kaltaban avaredir.
Varacağı hamamda ard kapıdan külhana duhul (girip) ve külhanda soyunup levendane reftar ile (levend gibi yürüyerek) varıp hamamcı ağanın eteğini ve natır ile dellak eskisi ser-nevbetin (baş nöbetçinin) ellerini öpüp müşterisi kande (nerede) ise varıp hizmetini görür. Kadimden görüştüğü ise (önceden tanıyorsa) huyunu ve suyunu bilmekle (bilerek) "Ağam, paşam, efendim, sultanım, işte Kara Davud'un geldi" deyip livataya mübaşeret eder (başlar). Amma müşteri o ana dek görüşmediği ise natır ağa "Zannım ki (sanırım ki) tokmakçı arar" dedikte (deyince) bacak ve ayak oğuşturup tedricen (ağır ağır) yukarı çıktıkça maslahata el atar, müşteri "Elin çek" dedikte kendi kebir (büyük) maslahatını peştemaldan çıkarıp "Ağam, bunda hicab (utanma) olmaz. Ben seni memnun edeyim. Hemen emreyle ki gör bak benimki uyanmıştır" deyip müşteri dahi el atıp tuttukta hemen onu yüzü üzerine çevirip bir hamlede biner, koyar ve işini tamam görür.
Saraç Ahmed Bey ki eyyam-ı nev-civanisinde (delikanlılık günlerinde) Sultan Murad Han-ı rabinin (Dardüncü Murad'ın) silâhdarı Mustafa Paşa'nın kapıcıbaşısı olmuş Kız Cafer nam (adlı) kapıcıbaşının nur-ı dide (göz nuru) oğludur. işte Benli Kara Davud o nazlı beye alâka edip cümle akçasın (bütün parasını) saraç civane (gence) yedirir çıplak aşıktır. Amma saraç oğlanı da şakır şakır s...r. Saraçhanede o pakize (temiz) oğlan, "dellak saracı" diye melkubdur (lakaplıdır).
ALTINBAŞ İSKENDER
Biri dahi Altunbaş Bey oğludur. Arnavud beyzadesi olup, şerefli adı iskender Bey'dir.
Gazi Sultan ikinci Murat ve Fatih Sultan Mehmed zamanında isyan ve eşkiyalık yollarına düşmüş olan Kastaryotoğlu iskender Bey dedikleri mel'unun Rum cariyesinden olan veled-i zinasının (piçinin) soyundan gelir ki, o taraflarda "iskender adında bir şehzade Arnavut kavmine padişah olur" efsane tevatüren şayi (söylentisi çıkıp) ve bu nev-civan şehzadenin namı (adı) dahi iskender olmakla madde-i fesat (bozgunculuğun kaynağı, sebebi) bilinip Debre-i Bâlâ ayam Hacı Nezir Ağa oğlanı dağa kaldırıp padişahlığını ilân eylemiş, şaki-i mel'unu tepeleyip ve iskender mahbubu onun pençesinden alıp katline kail olmayıp (öldürülmesine razı olmayıp) istanbul'da Mahmut Paşa Hamamı hamamcısı karındaşı Uzun Süleyman Ağa'ya göndermiştir ki, sine-i muhabbete (muhabbet göğsüne) çekip terbiye etsin için.
Amma iskender terbiye kabul etmeyip dağda bir eyyam (bir süre) haydud koynunda yatmış ve kûh-ı billurun (billur dağını) hamam çıplağı dellaklar ile ülfet ve muhabbete rağbet edip Süleyman Ağa dahi hanesinden çerağ edip iskender'i hamamda soymuşlar ve Altınbaş Bey oğlu namiyle bir dellak-i pakize (temiz tellak) yanına koymuşlardır.
Halvette bir seferi 90 kuruştur ve 20 kuruş dahi ortağı alır ki, 110 kuruştur. Geceliği üç seferden ziyade koymamak üzere 200 kuruştur. 100 kuruş dahi ortağı alır. Amma müşteri üç seferden ziyade fişek atacak olursa, her seferi için dahi 250 kuruş ziyade verir.
KEŞMİR MUSTAFA
Biri dahi Keşmir Mustafa'dır. Halvet kubbesine güzellik bırakan nur-ı musaffadır (süzülmüş ışıktır).
Sil gözünün yaşını
Çatma keman kaşını
Basarlarken .....ı
Çalka gümüş tasını
Haramzadedir yani loncada çeribaşı oğlu Kıptî'dir ki babası külhancı, anası karılar hamamında natır, göbek taşında uyumuş, kurna başında büyümüş, alnı kara ...ü ak nevcivan dellaktır. Kulağında gül, alnında kâkül, ot çalmaz, ustura vurmaz s...nin kılları sırma püskül, levendane reftar ile (levend gibi yürüyüşle) halvete gelip şuhane, edibane selam verip elpençe durdukta yürek taş olsa erir. Kıptidir ama akça, pul lafı yok tokgöz olup ejderha misali kol kadar m.......ı dibine dek alır ki, Kıptiyanda (çingeneler içerisinde) böyle nazik dilber bin oğlanda bir çıkar. Narhı yoktur, "Müşterimin mürüvvetine endaze olmaz" deyip domalır ve ne bahşedilse alır, akça tutmaz şahbaz bekâr yiğitlerin gönlünü dahi bad-ı heva hoşnut eyler. Hammam-ı Eski Yeni'de natırdan talep oluna.
HAMLECİ İBRAHİM
Biri dahi, bostancı neferlerinin taze rûlerinden (yüzlerinden) Hamleci ibrahim'dir. Elhak, nur-ı dîdedir (göz nurudur). Fidan boylu, melek huylu, alnında kakülü sırma telli, incecik belli, eli ayağı gayetle dilber, lebleri (dudakları) gülbeşeker, çakıl memeler damla-i anber (anber damlası), şükufeden (çiçekten yapılmış) göbeği çukuru sünbülbeter, b.... çiçeğini sorar isek karanfil-gûster (karanfil yayan) şöyle bir içim su dellaktir.
Halvette ve camekan odada ak mermer üstünde yahud ki döşekte serapa üryan (baştan aşağı çıplak) serilip yattıkta (yatınca) y......nın başı tokmaklı yok uzundur, yok kalındır demeyip ve ah of etmeyip gayret-i nev-civanî (gençlik gayreti ile) ile tamamını alır ve adamın canına taze can katar. Gece dahi tâ-be-sabah sabaha kadar) türlü türlü işveler, cilvelerle kol-bacak kemendleri ve iri kıyım hamleci oğlan ayağı uyuşturmaları, rayegân (bedava, bol bol) döşek yoldaşlığı eder ki, hamam çıplağından yâr-ı gar (vefalı arkadaş)bu kadar olur.
O nazenin oğlan nakleder ki, Karadeniz yalısında Giresun kasabasından kopmuş ve istanbul'da saray-ı hümayun (padişah sarayı) bostancılar ocağında hamleci olan dayısı yanına gelmiş ve o adam dahi şahbazı kendi ocağında acemi nefer olmak için iltimas etmiştir. Ve acemi eyyamında (acemilik günlerinde) avare olmasın için hamleciler odaları karibinde (yakınında) Büyük Gümrük iskelesi Çarşısında Berber Salih Çavuş'un nezdine şakird (öğrenci) deyu (diye) devam etsin demiş. işte o berberin şakirdi iken alemi velveleye vermiş, nasıl vemesin ki, şahin başında bostancı külahı, cebîn-i pâkinde (temiz alnında) kakül-ü gümrahı (sık kakülü) tel tel, çuha cepkeniyle yakışık almış, ayaklar yalın, sebike-i sim (gümüş külçe) , kalem kalem parmakları şimşir nalın ile reftar ederken (geçerken) üftadelerinde yahey...
Tersane eşkiyasından zindancıbaşı Saçlı Deli Kürt diye maruf Kürt Haso Ağa, bu hamleci ibrahim oğlana alâka edip yoluyla takarrüb eyledikte (yaklaşınca) oğlan dahi Haso Ağa'ya meyleder ki, Haso kapkara kıl içinde bir kara Kurttur amma vechinde letafet ve endamında heybet gayetle yakışık ve reftarında levendane çâlâki (gidişindeki levend gibi çevikliği) şöyle ki ayağın pekçe bassa zemin tir tir titrer ve pençelerinde demir çubuk haşak (süprüntü, çöp) misali ve hem dahi Haso Ağa'da zer-i halis ile memlu (saf altın ile dolu) kesecikler vardır.
Zindancıbaşı, bir cuma günü Hamleci ibrahim oğlanı Salih Çavuş'un dükkanından kaldırıp "Gel sana tersane-i amirede zindanı temaşa ettireyim" deyip oğlanı alır, odasına götürür ve Hamleci civana rızay-ı nev-civanisiyle (gençlik rızasıyla) fiili livatayı Kürdî y.... ile tamam icra eder. Velâkin Haso'nun maslahatı rub'-u meskûnda (dünyanın dörtte birini oluşturan kara kısmında) misli (benzeri) yok aygır s..i misalidir ki ibrahim'in b.... kaytanı deride olup (yırtılıp) vak'a şüyu' buldukta (duyulunca) Salih Çavuş dükkana ve dayısı olacak herif dahi Hamlacılar odasına kabul etmemekle oğlan naçâr Azapkapısı'nda Yeşildirekli Hamam'da soyunur ve dellak peştemalın bağlar ki bu Yeşildirekli Hamam'ın cümle müşterileri haylaz yaramaz cündbaz (askerlik eden) tersane dilaverleri, tüvânâ (güçlü kuvvetli) kalyoncu itleri yiğitler ve denize pala çalar sandalcı ve mavunacı yalın ayaklı hayta uşaklardır ki, cümlesi zincirin kırmış kızıl kulamparalardır ve hepsinde y.... demir kazıklardır, her sefer ki ibrahim'e talep olup içeride halvetde ya taşrada camekan odada şîrâne (arslan gibi) hamle ettiklerinde, Hamleci oğlanın gereği gibi hakkından gelirler ve teknesini âlâ kalafat ederler.
Narhı kibar ve rical (seçkinler) için olup. bir seferi 200 kuruştur. Ve gece döşek yoldaşlığı üç sefer hesabıyla 1000 kuruştur. Oğlan rıza gösterse, her fazla seferi 250 kuruştur. Kethüday-i hamamciyan (hamamcılar kethüdası) olmamız sıfatıyla bu Hamleci ibrahim'i mezkur hamamdan çıkarıp hane-i bîminnetimizde (yapılan iyiliğin başa kakılmadığı evimizde) sinemize (göğsümüze) bastık ve Yemenici Bali oğlana döşek yoldaşı yaptık ki, iki oğlanın altlı üstlü muhabbeti ve birbirini s.......i bir özge temaşadır bir başka seyirdir).
KARANFİL HASAN
Biri dahi, Karanfil Hasan'dır. Hamam gülşeninde (hamamın gül bahçesinde) perveriş bulmuş (beslenip büyütülmüş) Keşmirî dilber-i müstesnadır (seçkin dilberdir) ki cilve katında üstad, kaddi şimşâd (boyu şimşir ağacı gibi), belinde hançer-i fulad (çelik hançer), müptelâsına dâd ve feryâd, kendi on beş yaşında, has damgası gümüş tasında ve alışverişi kurna başında. Ayvansaray'da Kız Yusuf denilen haramzadenin veled-i zinasıdır. Kalafat yerinde kayıkçı ve mavunacı bekâr uşakları ile çelik ve çomak oynayım derken uçkuruna el atmışlar ve gece dahi odalarına kaldırıp üryan edip döşeğe çekip yatmışlardır. Oğlanın gümüş künbed (kubbe) kâsesine kol kadar demir anahtar uydurup içinde oynatmışlardır.
Bab-ı vuslat bir kere açıldıkta (açılınca), ol güruh bal çanağına eşşek arıları misali üşüşmüşlerdir. Hamam böcekleri doydukta oğlanın yolun kesip "Aman oğul, subaşı duymuştur, defterli olursun. Senin için cây-i halâs (kurtuluş yeri) bir hamam-ı dilküşâda soyunmaktır" deyip ademî başına halisü'l-ayar akça salıp (her bir adam başına doğru ayarlı para ödeyip) o tarihte şengül Hamamcısı Uzun Karabekir Ağa'ya götürüp el ve etek öptürüp hamamcı ağa dahi gayetle pesend eyleyip (çok beğenip) soyunmasın emreyledikte Kız Yusufoğlu soyunup kâküllerin ebruvan üzre döktükte (kaşları üzerine dökünce) Karabekir aklı perişan olup "Hay veled-i zinalar, bu karanfil oğlanı kande buldunuz?" demekle Karanfil Hasan deyu şöhret ve şan buldu. Hamamcı ağa "Bu oğlan bizimdir" demekle Karanfil Hasan iki sene gayriye (başkasına) peştemal bağlamayıp kahve ocağında hamamcı ağanın çubukdarlığı hizmetin görürdü. Amma nice nice yüz mahbubdostların lüle-i çeşmine ateş-i arzu (göz lülesine aşk ateşi) koymuş, oğlanın sebike-i sim (gümüş külçesi) yalın ayaklarını görenler.
Çalmış kalem parmaklara al kına Yakına gel aman oğlan yakına
deyip Karanfil Hasan'ın ayağın öpüp koklamağa on akçe narh olmuştur.
Akıbet (sonuçta), iki nefer ocaklı dilâverler (yiğitler) ki biri altmış dört bölüğün Deli Ferhad ve biri dahi elli altı bölüğün kahvecisi Kırkık Ali'dir. Karanfil Hasan camekan odaya çubuk götürdükte (götürdüğünde) tabancaları çekip "Bre bu ne olmaz iştir? Sine bülbülü oğlan hamamcı ağanın hanesinde kafeste olmak (olması) gerektir. Böyle hamam çıplağı oğlana tasarruf ve taassub olmaz. Akçamıza geçer hükmümüz. Biz bu oğlana fiili livatayı elbet ki ederiz. Rıza ile verdi ne âlâ. Vermese silâhımız kuvveti ile işte o anda cebren ve kahran (zorla ve kahırla) yatırıp s...riz. Hamam nâr-ı fitne (fitne ateşi) olmaz. illâ (yoksa) kan olur" deyip Karanfili camekan odada bastırıp Deli Ferhad kapıyı tutup Kırkık Ali dahi seyf (kılıç) ile oğlanı kesecek oldukta Karanfil Hasan "Aman ağam, kıyma bana. Teslim, teslim" deyip uçkurunu çözmüş ve o aç yiğitlere gümüş künbedin domalmış Kahveci Kırkık Ali de şâh-ı merdan (tokmak) karayılan s...nin zehrini oğlanın içine kusturmuş ve o şaki işini tamam bitirip indikte (inince) Deli Ferhad dahi oğlana hamle edip kızıl deli çomağını karanfil b....e sokmuştur. Hamam uşakları, "Ağa, önünde sonunda olacak bu idi, oldu. Hamamı kolluğa bastırmak olmaz. Karanfil Hasan gayri müşteriye soyunsun" deyip o gün şengül Hamamı'nda olan cümbüşler kalem dile gelse bir müstakil kitap olur...".

BİBLİYOGRAFYA
- Abdülhalim Galip Paşa: "Mutayyebat-ı Türkiyye". Basım yeri ve yılı belli değil, 19. yüzyıl ortaları.
- Ahmed Cevdet Paşa: "Tezâkir". Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1953.
- Ahmed Refik: "İstanbul Hayatı", İstanbul 1917-1932.
- Ahmed Sahib (çeviren): "Kamasutra - Sevmek Sanatı", istanbul 1329.
- "Bahname". Yazarı, basım yeri ve yılı belli değil. 19. yüzyılın başlarında olabilir.
- Burill, K.R.F.. "The Nasreddin Hoca Stories". Archivum Ottomanicum, Mouton, Anno. 1970.
- Çakmut, Feza: "Hubanname-Zenanname'nin Minyatürleri", istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Kürsüsüne verilmiş basılmamış bitirme tezi, 1975.
- Derviş ismail: "Dellâkname-i Dilküşâ". bizdeki yazma nüsha, tarihsiz.
- Ertop, Konur: "Türk Edebiyatı'nda Seks , istanbul 1977.
- Fazıl-ı Enderunî: "Hubanname". istanbul Üniversitesi Küt., T.Y.5502.
- Fazıl-ı Enderuni: "Zenanname. Çenginame, Defter-i Aşk". Bizdeki yazma nüsha.
- Gazalî: "Dâfiu'l-Gumûm ve Râfiu'l-Humum". istanbul Üniversitesi Küt., T.Y.9659, 1400.
- Gölpınarlı, Abdülbaki: 'Divan Edebiyatı Beyanındadır", istanbul 1946.
- Hâce Nasreddîn-i Tûsî: "Bahname-i Tûsî". istanbul Üniversitesi Kütüphanesi, T.Y.7152.
- Hacı Mustafa Rakım (?): "Mürşîd-i Müteehhilîn" ve "Mürşîd-i Nîsâ". istanbul, 1299.
- Kâtibzade Mehmed Refi: "Bahname", istanbul Üniversitesi Kütüphanesi, T.Y.2706.
- Keykâvus: "Kabusname" (Yayınlayan: O.ġ.Gökyay). istanbul. 1974.
- M.S.: "Zifaf Gecesi-Harem Ağası'nın Muaşakası". istanbul. 1329.
- Nazım şakir: "Aşk-ı Marazi". istanbul 1326.
- Refik Ahmet: "istanbul Nasıl Eğleniyordu?", istanbul 1927.
- Gihabeddin: "Bahname" (Mir Mustafa bin Hüseyin Paşa tercümesi). Topkapı Sarayı Kut.. R. 1702.
- Şövalye Hasan Bahri: "Nisvân-ı Zarife", istanbul 1327.
- Uluçay. Çağatay: "Harem". Türk Tarih Kurumu Yayınları. Ankara 1985.
- Uluçay, Çağatay: "Harem'den Mektuplar", istanbul, 1956.
- Uluçay, Çağatay: "Osmanlı Saraylarında Harem Hayatının içyüzü", istanbul, 1959.
- "Zifaf Hatırası", yazarı belli değil, istanbul 1330.

Osmanlı'da Seks



"...YAZIN AVRATLARA, KISIN OĞLANLARA..."
"...Yaz olunca avratlara, kışın oğlanlara meylet ki, vücutça sağlam olasın. Zira oğlan teni sıcaktır, yazın iki sıcak bir araya gelirse vücudu bozar. Avrat teni ise soğuktur, kışın iki soğuk vücudu kurutur...".
*
"...Kız Softa yani Ürgüplü ismail Zalpaşa Medresesi'nde hemsehrisi Dağlı Hüseyin nam pelide (...) misafir olup, üçüncü gece o zalim dağlı herif hemşehri oğlancığa fiili livataya mübaşeret eyledikte (girişince) maslahatı begayet kebir (çok büyük) olmakla Molla ismail kan-revan bihuş (....) oldukta (olunca), gaddar herif işini tamam görmüştür...".
*
"...Bil ki, avratların inzal alâmetleri (boşalma belirtileri) şunlardır ki, gözleri süzülür ve er yüzüne bakmaya utanır ve alnı terler ve göğsü titrer ve ere berk (sıkı) yapışır. Ve bil kim avrat ile erin inzali bir olursa, büyük lezzet bulurlar. Ve yine bil ki, avrat ile erin menileri birbirine karışacak olursa, aralarında muhabbet çok olur...".
*
"...Erkek hatunun üstüne çıka ve uyluklarını kaldıra. Tamam oynayıp memelerini sıka, sonra fercini sıkıp zekerini ovalayıp ikbal geldikte zekerini ferci içine idhal eyleye. Sonra, meni döke. Amma avrat üste çıksa, meni güç dökülür, safası az olur ve zeker içinde meni kalır ve içinde kurur ve mesaneyi fasid eder (bozar) ve mesanede emraz (hastalık) hasıl olur...".
*
Bu ifadeler, günümüz yazarlarından birine ait olsa neler neler söylenirdi...
şöyle bir tahmin etmeye çalışmak bile, insanı ürkütüyor...
Ama neyse ki, yukarıdaki örnekler, günümüzden daha önce, hem de yüzlerce yıl önce yazılmış kitaplardan seçildi. Taaa Osmanlı döneminde, hatta Osmanlı'nın da ilk döneminde, 16. ve 17. yüzyıllarda kaleme alınmış eserlerden alındı.
"Muzır" veya "müstehcen" gibi kavramların olmadığı, cinsellik konusunda istenen her şeyin serbestçe yazıldığı bir dönemin örnekleri bunlar.
Osmanlılar döneminde "edebiyat" denince akla gelen divan şiirinde, bunun ezgisel uzantısı olan ve günümüzde "Klasik Türk Musikisi" diye adlandırılan müzik türünde bestelenmiş söz eserlerinde, düzyazılarda, tarihî kaynaklarda, minyatürlerde, cinsellik öğelerine bol bol rastlanır.
Cinsellik, Türk edebiyatının sadece Osmanlı döneminde değil, hemen her devresinde ve her biçimde kullanılmış bir olgudur. Edebiyatın ilk örneklerinden olan tarihî destanlara, bilinen ilk Türk sözlüğü Divanı Lügatü't- Türk'e, yine yüzyıllar öncesinin masallarından halk edebiyatının çeşitli formlanna kadar, zengin konular oluşturur.
Ancak iki konuyu birbiriyle karıştırmamak gerek: içerisinde cinsel unsurların geçtiği metinlerle sadece cinselliği konu alan eserleri...
Bizim için daha önemli olanı, bu ikincisi... ileride tam metinlerini vereceğimiz Bahnameler, dellaknameler, "evlileri irşad" kitapları...
"Cima" ve "vuslat"...
Cinsel metinlerde sürekli kullanılan iki kelime vardır: "Cima" ve "vuslat". ikisi de Arapçadır. ilki "cinsel birleşme", öteki "kavuşma" anlamına gelir. _
Ama "vuslat" sözüyle ifade edilen kavuşma, başka türlü bir kavuşmadır.
Arapça'nın en büyük sözlüklerinden biri olan Kamus-u Okyanus'ta, kelimenin karşılığı olarak "Muhibbin mahbubuna vasıl olması" deniyor. Yani "sevenin sevdiğine ulaşması". Kamus sonra, "...gerek afif ve ismet, gerek habis ve şenaat cihetiyle olsun..." diye yazıyor. Bugünün Türkçesiyle, "Seven sevdiğine iyi niyetle de gider, kötü niyetle de...".
"Vuslat," edebiyatın her türünde çok sık kullanılmıştır. Hangi anlamda kullanıldığı, yazanın niyetinin ne olduğu, cümlenin siyakından kolayca anlaşılır.
Cimanın ise, "cinsel birleşme" dışında mecazî hiçbir anlamı yoktur...
Osmanlı öncesi Türk edebiyatındaki cinsellik bahislerinde, cinsel ilişki tekniklerinin anlatımına pek rastlanmaz. Sözü edilen şey, genellikle olaylar veya sevgilinin güzelliği, zerafeti ve tahrik edici, bazan da nasihatlerdir.
Destanlar döneminden başlayarak, 14. yüzyıl Anadolu Türkçesi örneği olan şiirlere kadar, bu böyle gider. Ancak ilk dönem Anadolu metinlerinde, artık islamî öğretinin yorumlanmasıyla ortaya çıkan tasvirlerle de karşılaşılır. Cennetteki huriler, meselâ Yazıcıoğlu'na göre, "göbekten yukarısı güzel oğlan, aşağısı el değmemiş kızdır. ışıkla karışmış bir haldedirler. Kaşları, kirpikleri, saçları vardır ama vücudlarında kıl yoktur.
"Cimanın iyisi ve kötüsü..."
"Kabusname", cimayı konu olarak işleyen kaynakların en eskilerinden biri. 1082 yılında, Ziyaroğulları'ndan Emir Keykavus tarafından yazılmış Farsça ansiklopedik bir eser. içerisinde ne ararsanız var. Hamamda yıkanma usullerinden at cinslerine, tarladan fazla ürün alma yollarından tüccarlığa kadar, günlük hayatta karşılaşılacak hemen her konu işleniyor.
Kitabın "Cimada faidelisi ve ziyanlısı hangisidir, onu beyan eder" yani "Cimanın iyisi ve kötüsü hangisidir, onu anlatır" başlıklı 15. bölümü, cinselliği konu alıyor.
Kabusname, 15. yüzyılın ilk yarısında Mercimek Ahmet tarafından Türkçe'ye çevrilmiş ve taşıdığı büyük "önemden" dolayı, dönemin hükümdarı ikinci Murat'a sunulmuş. Edebiyat bilgini Orhan faik Gökyay tarafından yıllar önce "Devlet kitapları" serisinden yayınlanan Kabusname'nin sözkonusu 15. bölümü, bugünün diliyle şöyle:
"...Ey oğul şöyle bil ki, cima etmek dünyanın lezzetlerinden ulu bir lezzettir. Ama bunun lezzetine aldanıp çok meşgul olma ki, vücudunun temeli gedik almasın. Eğer kendini yenemezsen bari sevdiğinle cima et ki, sevgin zarar görmesin. Zira sevgi sıcak, cima soğuk bir harekettir. şüphesiz ki soğuk, sıcağı bozar.
Arzunu sevdiğinle de yenemezsen, bari serhoşken cima etme. Zira cima sırasında zihinde bir tad meydana gelir. Eğer zihinde şarabın doğurduğu düşünceler varsa, kişi ne cima ettiğini bilir, ne de lezzetini alır. Ama çaresiz kalırsa mahmur olduğu sırada cima etmeli ki, zevkini anlasın. O da günde bir kere gerek. Kişinin, bulduğunca bunamaması gerek. Yani ele geçirdiğinde iş buymuş dememek gerek. Her ele geçirdiğinde cima etmek, havyanların işidir. Hayvanlar vakitli, vakitsiz nedir bilmezler. Ne zaman ellerine geçirseler, yaparlar. Demek ki insan olanın zamanı gözlemesi gerek. Böylece insanla hayvan arasında ne fark olduğu bilinir ve "Bu insandır, bu hayvandır" denir.
Ve ondan sonra:. Hizmetkârlar iki türlüdür. Yani karın ve cariyen. Meylin daima bunlardan birine olmasın, yoksa ikisinden biri sana düşman kesilir. Her ikisini beraber gözetirsen, hem karının hem de cariyenin hizmetinden iki kat zevk alırsın.
Cimanın çoğu zararlı olduğu gibi, azı da zararlıdır dedik. Herşeyin orta kararı hoştur. Sıcak günde, sıcak hamamda ve sert soğukta yapılan cima, özellikle yaşlılara büyük zarar verir. ilkbaharda cima çok hoştur ve her bünyeye uygundur Çünki, ilkbahar ılımlı bir mevsimdir, ılımlı havada çeşmelerde ve pınarlarda su çok olur, alemde hoşluk ve rahatlık artar. Büyük alem böyle olup sular çoğalınca, küçük alem olan bedenimizde kan fazlalaşır ve şehvet de çoğalır. şehvet arttığında cima safalı olur, zarar vermez. Görmez misin ki damarda kan fazlalaştığında kan aldırmak nasıl faydalıdır? Damarlar boş olduğunda kan aldırmak nasıl zararlıysa, belde meni olmadığında yapılan cima neye yarar?
Ve eğer kan aldırmak istersen, çok sıcakta ve çok soğukta aldırma. Kan artarsa, sakinleştirmeye çalış. Uygun şaraplar ve yemekler ye. Miden tok olduğunda daha fazla yeme, usanınca da cima etme.
Yaz olunca avratlara meylet, kışın oğlanlara ki, vücutça sağlam olasın. Zira oğlan teni sıcaktır, yazın iki sıcak bir araya gelirse vücudu bozar. Avrat teni ise soğuktur, kışın iki soğuk vücudu kurutur...".

CİMANIN ŞEKLİ: Erkek hatunun üstüne çıka ve uyluklarını kaldıra. Tamam ("iyice" anlamında) oynayıp memelerini sıka, sonra fercini sıkıp zekerini ovalayıp vakta ki kemal-i neşat ve ikbal geldikte (zevkin olgunluğuna ulaşıp mutluluğu artınca) zekerini ferci içine idhal eyleye (soka). Sonra, meni döke.
Amma avrat üste çıksa, meni güç dökülür, safası (zevki) az olur ve zeker içinde meni kalır ve içinde kurur ve mesaneyi fasid eder (bozar) ve mesanede emraz (hastalık) hasıl olur.
Cimanın efdali (en yararlısı), taamı kemaliyle (yemeği tamamen) hazmedip, beden ne pek sıcak ve ne pek soğuk olup mutedil (ılımlı) ola ve cimaa kemal-i şehvet ola (ilişki isteği (azla ola). Bu minval üzere cima etmenin faidesi budur ki, bedeni kavi (kuvvetli) olur ve kalbi ferah bulur ve aklı ziyade olur ve sevda ve safra vesair ne kadar emraz (hastalık) olur ise, cima etmekle onlardan halâs olur (kurtulur). Ve bedeni zikrolunan emrazdan (hastalıklardan) boşaltmak niyetiyle suru eyleye (başlaya).
Ve dahi er ve avrat, akib-i cimada (ilişkiden sonra) silinmek için bir başka bez kullana. Zira iki tarafın bir bez kullanması, beynlerinde (aralarında) bozgunluğa sebep olur.
Ve cima mahallinde sabi (küçük çocuk) ve hayvan bulunmaya. Ve kesret-i cima ile iftihar ve ol sırrı saireye faş ve izhar eylemeye (ilişkinin çokluğuyla övünüp o sırrı başkalarına açıklamaya) ve ehlinin hüsnünü gayrilere söylemeye. Ve avrat dahi gayrilerinin hüsnünü eri yanında demeye. Zira bu makule (bu şekilde) sözler fitne iras eder (fitne yaratır). Ve kendiyle ehli beyninde (arasında) olan esrarı gayrilere açmaya. Eğerçi faide me'mul ise (eğer yararı varsa), açmakta beis yoktur.ifrat-ı cima (aşırı ilişki) zayıf bedeni ve zayıf basarı mucip olur ve emraz-ı saireyi de mucip olur (bedeni ve görme yeteneğini azaltır, diğer hastalıkları da getirir).
Ve Hazreti Ali -Radiyallahu anh- buyurdular ki, "Cimada itidal (ilişkide ölçülü olma) topuklara ilik ve gözlere nur ve bedenlere kuvvettir".
Ve ba'del cima (ilişkiden sonra), tebevvül (işemek) lazımdır. Bevil yolu kapanmaya ve akib-i cimada (ilişkiden sonra) er ve avrat sağ yanları üzerine yatalar ve uyuyalar. işte bunların vücuda nefi zahirdir (faydası bellidir) ve çocuğun oğlan olmasına sebep bahirdir (açıktır). Ve ol hengâmda (o sırada) soğuk su içmeye. Ve veledi meme emer iken cima etmek velede zararlıdır.
Bu iş, ne zaman olur?,..
Gerek zor ile ve gerek rıza ile hamamda mücamaat edenin (ilişkide bulunanın) veledi, ahmak olur.
Ve ayın evveli ve ortası ve ahirinde (sonunda) cima edenin veledi, mecnun (deli) olur.
Cumartesi gecesi cima edenin veledi, şârib-i hamr (şarap içici) olur.
Pazar ve çarşamba gecesi cima edenin veledi, hayasız (utanmaz) olur.
Öğleden evvel ve sonra cima edenin veledi, şaşı olur.
Ve ramazan bayramı gecesi cima edenin veledi, anaya ve baba ya âsi olur.
Ve kurban bayramı gecesi cima edenin veledi altı parmak ve güneşe karşı ve ayak üzeri (ayakta) cima edenin veledi, yerine bevledici (işeyici) olur.
Ve baldızı ve kızı hatırında (baldızını ve kızını düşünürken) iken cima edenin veledi kız olur.
Ve hıyn-i cimada (ilişki sırasında) fercine bakanın veledi, ammi (herkese ait, ortamalı) olur.
Ve avan-ı cimada (ilişki sırasında) öpenin veledi sağır olur.
Ezan ve kamet arasında cima edenin veledi, mürai olur.
ġaban ayının yarı gecesi cima edenin veledi münafık olur, meğer örtülü olalar (üzerleri örtülü olmazsa).
Sefere gideceği (yola çıkacağı) gece cima edenin veledi, malını asiliğe sarfedici olur.
Karnı aç iken cima edenin veledinin cismi hafif (zayıf) ve karnı tok iken cima edenin veledi cismi sakil (şişman) olur.
Ve gece ahirinde (sonunda) cima, gece evvelinden iyidir. Zira gece evvelinde mide dolu olur ve ahiri (sonrası) boĢ olur.
Ve vakt-i inzalde (boşalma sırasında) çirkin suretler (yüzler) tasavvur ve tahayyül (hayal) ederse, veledin azası (organları) ayıplı olur....
Ve kötü kimseleri hatıra getirmek, velede zararlıdır. Hub suretler (güzel yüzler) hatıra getire, veled hüsündar (güzel yüzlü) olur. Ve sulehadan (dine uygun kişilerden) ola deyu (diye) niyet ede. Zira hin-i inzalde (boşalma sırasında) hatıra ne gelirse, Mevlâ veledi öyle halkeder (yaratır). Avrat da böyle niyet ede.
Rivayet olundu ki, bir hatun cima vaktinde satıhta (yerde) bir yılan gördü, veledi yılan Ģeklinde zuhur etti.
Ve pek koca ve pek küçük kızla da cima olunmaya.
Ve hasta avratla dahi cima etmeyeler. Zira edene zaiflik iras eder (zayıflık, hastalık bulaşır).
Hayz ve nifas (aybaşı ve lohusalık) vaktinde haramdır, helâl itikad ederse (helâl olduğuna inanırlarsa) küfürdür.
Resul-i Ekrem'den sual olundu ki, "Hayız halinde (adet durumunda) cima edene ne lazım gelir?". Buyurdular ki, "Bir yahut yarım altın sadaka versin, kefaret olur". Ve hadiste varid oldu ki ("söylendi ki" anlamında), bir kimse avratının dübüründen (arka tarafından) cima etse Allah-u teâlâ ve melekler ona lanet eder ve rahmet-i hakka vasıl olmaz (hakkın rahmetine ulaşamaz).
Ve haizenin (adet gören kadının) göbeği altından dizi altına değin zekerini sürmek mubah değildir. Uyluğuna ve göbeğine dahi böyledir, zira cimaya sebep olur. Amma öpse ve sıksa ve gömlek üzerinden sürünse nefsini teskin (yatıştırmak) için caiz olur. Ve avrat avrata_sürtüştürmek caiz değildir.
Hadis: "Avrat avrata kapaklama, ikisi de zina etmiş olur ve gusül lazımdır.
Ve cünüp olan er ve avrat cima vakti elini ve fercini yıkaya.
Ve eğer avrat izin vermez ise, erkeğin menisini taşraya (dışarıya) dökmesi caiz değildir. Cariyede, mutlaka caizdir.
Amma avratın çocuk düşürmesi haramdır, nısıf (yarım) diyet lazım gelir.
Ve ayın evvelinde ve sabaha yakın cima ederse veledi cömert olur.
Ve pazartesi gecesi cima ederse veledi âlim ve zahid (sofu) olur.
Ve salı gecesi cima ederse veledi cömert ve şefkatli olur.
Ve perşembe gecesi cima ederse veledi alim ve mütteki (inançlı) olur.
Ve perşembe günü öğleden evvel cima ederse âlim olur ve şeytan ondan kaçar.
Ve cuma gecesi cima ederse veledi abid (ibadet eden) ve muhlis (içten, samimi) olur.
Ve cuma namazından evvel cima ederse veledi ehl-i cennet (cennete girecek kişi) veya şehid olur. Bu, cümle (bütün) hadis ile sabittir.

BAHNAME
"...Cimanın hey'et-i şekli hasebiyle etvân (cinsel ilişkinin görüntü açısından biçimleri) altı tavır üzerine mukassemdir (altıya ayrılmıştır):
1. istilka (yatarak yapılan cinsel ilişki)
2. Kuud (oturarak yapılan cinsel ilişki)
3. Iztıca (yan yatarak cinsel ilişki)
4.intiba (yüzüstü yapılan cinsel ilişki)
5.inhina (eğilerek yapılan cinsel ilişki)
6.Kıyam (ayakta yapılan cinsel ilişki)
İSTİLKA (Yatar durumda yapılan cinsel ilişki)
Yani mahbube (kadın) arkası üstüne yatıp mücamaat olunmaktır (ilişkide bulunmaktır). Cima vadilerinde mütevatir olan (anlatılan) vadi odur ki ekser halk (halkın çoğu) bu güna (bu şekilde) cima etmeyi bilip, gayrilerini (diğerlerini) bilmezler. Ve bu istilka on nev’ (çeşit) üzerine olup:
EVVELKİ: Mahbube arkası üzre yatıp bacaklarını göğsüne doğru kaldıra ve erkek dahi uyluğu arasına girip ayağı parmaklarının üzerine dura. Mahbubenin karnı üstüne düşüp sıklet (ağırlık) vermiye. Hemen sarılıp öpe ve kemal mertebe (olgunluk derecesinde) hırs ve ikbal (mutluluk) gösterip dilini tutup ve dudaklarını ısırıp burun nağmeleri ve boğaz sadalarıyla zekerini (aletini) fercine ithal eyleye. Ve kellesi zahir olunca (görününce) çeke ve yine tekrar soka. Ve bu minval üzre inzal olunca (boĢalınca) hareketten ve kucaklayıp inip çıkmaktan hâlî olmaya (vaz geçmeye). Tâ ki lezzet-i acib (acayip lezzet) ve Ģehvet-i garib (garip Ģehvet) ile inzal ola. Bu gûnâ (Ģekilde) cimanın ismine "niyku'l-ade" derler. Adetçe (alıĢıldığı gibi) cima demek olur.
İKİNCİ: Yine mahbube arkası üstüne yatıp bacaklarını dahi vucudla adet üzre kaldıra ve erkek dahi üstüne uzanıp zekerini karnına yahud kasığına dayaya. Bu hıynde (bu sırada) Ģehvet hasıl olup zekeri kuvvet ve salâbet buldukta (sertleĢtiğinde) hemen var kuvveti pazuya vererek zor ve Ģiddet ile öyle hamle eyleye ki mahbube dahi sadmesine tahammül edemeyip kâh aĢık-ı biçare-i dilhune (gönlü kanlı çaresiz aşık) gibi eğile ve kâh hevay-i aĢk-ı deruni (derin bir aşk havası) ile ateş alan biçare gibi ah edip ızdırab ederek yine kemal-i lezzetinden (olgunluğa ulaşmış lezzetten) balkıyıp (oynayıp) yana. Bu minval üzre (bu şekilde) kâh sükunet ve kâh hareket gösterip tamam inzal olmaları (boşalmaları) karîb olunca (yaklaşınca) beraber inzal olup (boşalıp) bir lezzet hasıl eyleyeler ki onun fevkinde (üzerinde) bir leziz (lezzetli) inzal (boşalma) olmaya. Bu misillû (şekilde) cimanın ismine "muadde" derler. Yani pekâlâ cima demektir.
ÜÇÜNCÜ: Mahbube arkası üstüne yatıp iki ellerini baş altına koyup ve ayaklarını göğsüne ulaştırıp gya (sanki) tortop olup yata. Erkek dahi mahbubesine sarılıp göğsünü göğsüne ve zekerini fercine dayayıp aheste (yavaşça) yerleştirip mahbube fercini yukarı kaldırdıkça erkek dahi kendine çekip tamam yerleştirdikte (yerleştirince) zekere şırrak şırrak vurarak varıp gele. Bu hal ile ikisi dahi inzal olup (boşalıp) le'zzet-i tam hasıl edeler (tam lezzet elde edeler). Bunun ismine "tıyyu'l-musaddi" derler.
DÖRDÜNCÜ: Mahbube arka üstüne yatıp bir ayağını yukarı kaldıra. Izhar-ı şehvet edip (şehvetini gösterip) erkek dahi arasına girip şehvet-i tam (tam bir şehvet) hasıl olunca zekerinin kellesini fercinin aralığına eriştirip bir miktar dura. Bu gayet leziz olmakla mahbubenin kemal-i şehvetinden (şehvetinin en üst derecesinden) gözleri dönüp diye ki: "Canım, sabra mecalim kalmadı. Lütfet yavaşça yavaşça yap ki iş tamam olup bigâne gibi taşrada (dışarıda) birşey kalmaya" diyerek yine sevinerek sanla ve tâb-tıraş yerleştirip ikisi dahi inzal olalar. Bunun ismine "niyk-i muhalif derler.
BEŞİNCİ: Mahbube arka üstüne yatıp belinin altına yastık koya ve ayaklarını başına beraberce çekip ve dizini kaldıra. Ve erkek dahi kendine geldikte  (gelince) zekerinin başını tükrükleyip dayaya. Ve mahbubenin omuzu başlarından tutup busesini alarak ve kucaklayarak yerleştire ve kemâl-i safasından (zevkinin en üst derecesinden) burun nağmeleri ederek arz-ı muhabbet eyleye (sevgisini göstere). Mahbube dahi altında inleyip ağlaya ve "incittin zalim" diye niyazkârâne (yalvarırcasına) şekva ederek (ağlayarak) g...nü yukarı kaldırmaktan hâlî olmaya (vazgeçmeye). Ve erkek dahi uylukları üzerine şırrak şırrak vurarak varıp gele. Eğer dilerse zekerini çıkarıp temiz sile ve yine derhal ithal eyleye. Bu günâ maslahat ile (bu şekilde iş ile) mahbubeler erkek gönlünü ala. Zevkyâb olmaya sebeptir (zevk almaya sebep olur). Bunun ismine "beyti" tabir ederler.
ALTINCI: Yine mahbube arka üstüne yatıp uyluğunu kaldıra, dahi koltuğuna doğru döne, ferc-i zibası (süslü organı) tamam kaz göğsü gibi meydana çıkınca erkek dahi var kuvveti pazuya getirip zekerini çıkartıp fercine ithal eyleye. Mahbube dahi göğüs vererek ikisi beraber inzal olalar (boşalalar). Bunun ismine "aklabî" tabir olunur.
YEDİNCİ: Mahbube dahi arka üstüne yatıp ve erkek dahi üstüne çekip mahbubenin bacaklarını omuzu başlarına beraber kaldıra. Dahi zekerinin başını ferc-i zibanın ağzına sürüştürüp tamam kıvam hasıl olunca (kıvama tam olarak gelince) hemen içine ithal eyleye. inzal olmaya yakın olunca çekip zekerini bir temiz sile ve yine ithal eyliye. Bunun ismine "niyk-i muberred" tabir olunur.
SEKİZİNCİ: Mahbube ayaklarını uzatıp otura. Erkek bacağının arasına girip ve zekerini dahi fercine ithal eyleye. Ve mahbube dahi nazikane (nazik şekilde) şiveler edip soluyarak yata ve ikisi dahi inzal olalar. Bunun ismine "niyk-i Acem" derler.
DOKUZUNCU: Yine mahbube arkası üste yatıp uyluklarını kaldıra ve önüne çekip omuzu başlarından tuta. şehvet-i tam hasıl olunca zor ile zekerini ithal eyleye. Mahbube dahi burun nağmeleri ederek naz ve şive ile ikisi dahi inzal olalar. Bunun ismine "kalbus's-safı" derler.
ONUNCU: Mahbubeyi arkası üstüne yatırıp bacaklarını kaldırıp ve erkek dahi ara yerine girip mahbube bacaklarıyla erkeği ardından dahi kucaklayıp sarıla. O dahi mahbubeyi omuz baĢlarından tutup zekerini fercine koya. Ve ikisi dahi varıp gelerek inzal olalar. Bunun ismine "niyk-i müellif derler.
KISM-I SANl: KUUDAT
(ikinci kısım: Oturur durumda yapılan cinsel ilişki)
Yani kuudat demek, oturduğu yerde cima etmektir. Ve bu dahi, beş nev' üzerine olur.
Zekeri fercin yarığına iliştirip zor ile ithal ede. Ve ikisi oturduklarında ayaklarını dahi altına alıp kasıklarını birbirine karşı vereler ki, bütün bütün birleşip taşrada birşey kalmaya. Bu hey'ette (bu şekillerde) cima etmenin dahi ismine "mürenfa" derler. Bu gûnâ mücamaat eyleyenlerin (ilişkide bulunanların) zekeri gayet kuvvetli ve uzun olması gerektir (Bu bölümün girişinde, oturarak cinsel ilişkinin beş çeşit olduğu söyleniyor ama metinde, bunların sadece biri yazılmış).
KISM-I SALİS: IZTICA'
(Üçüncü kısım: Yan yatar durumda yapılan cinsel ilişki)
Iztıca' demek, yani üstüne yatıp mücamaat etmektir (ilişkide bulunmaktır). Bu dahi, on nev'(çeşit) üzerinedir.
EVVELKİ: Mahbubeyi sol tarafına yatırıp ayaklarını uzata ve civan dahi üzerine geçip bir elini altından ve bir elini üstünden kucaklayıp karnını ve kasığını okşayarak ferc-i zibasına yerleştire ve çalkıyarak (çalkalayarak) inzal olalar. Bunun ismine "rıkku'l-tuhaf derler.
İKİNCİ: Mahbube yine sol tarafına yatıp ayaklarını uzata ve civan dahi üzerine geçip iki uyluğu mahbubenin uyluğu arasına yerleştire ve zekerini dahi kasığına dayayıp fercine ithal ede. inzal oluncaya kadar ikisi dahi hareketten hâlî olmaya (vazgeçmeye). Ve bu cimanın ismine "niyku'l-hukema" derler.
ÜÇÜNCÜ: Mahbube yatıp yüzünü döne ve erkek dahi üzerine yata. Bir ayağını uzatıp yata, bir ayağını mahbubenin bacağı arasına sokup, zekerini mevzi-i zibalarına yerleştire ve kâh çekip yine yerleştire. Bu usul üzre inzal olunca (boşalınca), hareketten hâlî olmaya. Bunun ismine "niyku'l-şaklak" derler.
DÖRDÜNCÜ: Mahbube sağ yanı üstüne yatıp ve ayaklarını uzata ve erkek dahi mahbubenin ardına geçip bir uyluğunu mahbubenin üstüne ve bir uyluğunu dahi arasına koya ve zekerini dahi tükrükleyip ferciyle g...nün arasına sürtüştüre. Tamam inzal karîb olunca (boşalma yaklaşınca) hangi mevziye rast gelirse durmaya, hemen yerleştire. Lâkin vaty eylemek (cinsel ilişki anlamına gelen vaty, burada arkadan ilişki karşılığı kullanılmış) kebair-i azîm (büyük günah) olduğundan, yine ferce inzal ola. Bunun ismine "müselleteyn" derler.
BEŞİNCİ: Yine mahbube sağ canibine yatıp ayaklarını uzata ve erkek dahi ardına geçip öylece uzana ve zekerini mevzî-i zîbalarına yerleştire. Ve ziyade (fazla) sarıla, biraz dahi öylece duralar. Badehu (sonra) çıkarıp bir temizce siline, uyluğu arasına dayaya ve hamle edip tekrar içine koya. Ve inzal oluncaya kadar cilve edip kâh çıkarıp kâh soka. Bunun ismine "niyku'l-müferrec" derler.
ALTINCI: Mahbube sağ bacağını erkeğin sol koltuğuna doğru verip ferc-i zîbalarını (süslü cinsel organlarını) dahi zeker-i ma'hudenin (erkeğin bilinen organının) baĢına silkinerek, dahi sarsılarak, zor ile yerleĢtire. Ziyade lezîz ve zevkyâb (zevkli) olalar. Bunun ismine, "niyku'1-deva" derler.
YEDİNCİ: Mahbube sol tarafına yatıp ayaklarını uzata ve erkek dahi üzerine uzanıp dizi ile mahbubenin uyluğunu sara. Ve bir elini altından ve bir elini üstünden kucaklayıp sinesini (göğsünü) dahi okşaya, işini göre. Bunun ismine "arsanâ" derler.
SEKİZİNCİ: Mahbube sağ canibine (tarafına) ve erkek sol canibine yatalar. Ve erkek mahbubenin sağ inciğini kendi incikleri arasına alıp, mahbube g...nü dönüp kalkan gibi karşı vererek, çalkalayarak yerleştire, inzal olalar (boşalalar). Bunun ismine "niyk-i hıyn" derler.
DOKUZUNCU: Mahbube sol tarafına ve erkek sağ tarafına. Mahbubenin inciği kendi inciğine sarılıp, zekerini tükrükleyip inzal olalar. Ġsmine "niyk-i cif derler.
ONUNCU: Mahbube sol, erkek sağ tarafına. Mahbubenin inciğini kendi inciğine sıkıĢtıra ve nazikâne (nazik Ģekilde) yerleştire. ismine "kellâb" derler.
KISM-I RABİ: İNTİBÂ
(Dördüncü kısım: Yüzüstü yatar durumda yapılan cinsel ilişki)
Yani intiba demek, yüzü üstüne yatıp cima etmektir. Bu dahi on nev'dir (çeşittir):
EVVELKİ: Mahbube yüzü koyun yata, ayaklarını uzata ve erkek mahbubenin uyluğuna otura ve şehveti tam oldukta hemen yerleştire. ismine "rahatü's-südur" derler.
İKİNCİ: Mahbube yüzünü yere koya, erkek zekerini yerleĢtirip çalkayarak (çalkalayarak) lezzetyab olalar ki (lezzet alalar ki) tabiri mümkün olmaya. ismine "fellât" derler.
ÜÇÜNCÜ: Mahbube bir dizini sinesi üzerine çekip g...nü kaldıra ve erkek ardından yerleştire. ismine "hamir" derler.
DÖRDÜNCÜ: Mahbube yüzü koyun yata, erkek dahi üzerine yata. Uyluğunu mahbubenin uyluğuna yahut arasına koyup mahbube bir eliyle civanın pehlûsundan (vücudun yan tarafından) ve bir eliyle karnından kucaklayıp yerleştire ve dudaklarını dahi emerek inzal olalar. Bunun ismine "niyk-i fukeha" derler.
BEŞİNCİ: Mahbube yüzü koyun yatıp ferc-i zîbaların açıp erkek dahi ardına geçip oğlan arkasında durur gibi otura, muradı üzre (istediği şekilde) yerleştire. Bunun ismine, "mugten" derler.
ALTINCI: Mahbube yüzü koyun yatıp, bir dizini sinesi (göğsü) üstüne doğrulayıp (doğrultup) ayaklarını yukarı kaldıra ve erkek dahi zekerini kıvama getirdikte kolayca yerleştire. Mahbube dahi "incittin hey zalim" diye naz-u niyaz (naz ve yalvarış) eyleyerek burun nağmeleri, sadalarıyla (sesleriyle) inzal karîb olunca (boşalma yaklaşınca) mahbubeyi kendine çekip saçlarından tuta ve zekerini sokup çıkara. Yani g....e ithal etmiş ise çıkarıp ferc-i zîbasına duhul ettire. Bu gûnâ (bu şekilde) mücamaatta (cinsel ilişkide) bir derece lezzetyab olurlar ki, tabiri mümkün olmaya. Bunun ismine, "muhaf-fefeyn" derler.
YEDİNCİ: Mahbube yüzünü yasdığa koyup dizi üstüne gele. Yani domala. Erkek dahi ardından dübürü önüne çekip zekerini ithal ile mahbube dahi başını yastıktan kaldırıp şehvetinin harikinden (ateşinden) ve kemal-i hırsından burun nağmeleri ve boğaz içi sadaları ederek eğlenerek ve ikisi dahi lezzet hasıl ederek ve inzal karîb olduğunda (boşalma yaklaştığında) zekerini çekip ve temiz silip yine ferc-i zîbalarına ithal eyleye. Ziyadesiyle safa kesb edeler (zevk alalar). Bunun ismine "ferahu'l-afiye" derler.
SEKİZİNCİ: Mahbube sinesi üstüne yatıp ayaklarını uzata ve erkek dahi mahbubenin uyluğu üstüne oturup ellerini karnı altından sokup omuzu başlarından tuta ve üzerine hamle edip muradı üzre derkâr ola (işini istediği gibi göre). Bunun ismine, "meftuna" derler.
DOKUZUNCU: Mahbubeyi pehlûsundan (vücudunun yan tarafından) kucaklayıp ve ikisi dahi çalkayarak (çalkalayarak) inzal ola. Bunun ismine "muallak" derler.
ONUNCU: Mahbube yüzü koyun yatıp ayaklarını dike ve erkek dahi üzerine çıkıp bacaklarını sarmaştıra ve zekerini tükrükleyip gayrı istediği gibi yerleştire, varıp gele. inzal olup tamam zevk ola ki ziyadesiyle lezzetyab olalar. Bunun ismine "niyku'l- müşabih" derler.
KISM-I HAMİŞ: İNHİNA
(Beşinci kısım: Eğilir durumda yapılan cinsel ilişki)
Yani inhina demek, eğilip mücamaat etmektir. Bu dahi, on nev' üzerinedir.
EVVELKİ: Mahbube eğilip ve erkek dahi ardına geçip belinden kucaklayıp ve zekerini mevzî-i zîbaya yerleştire. Mahbube dahi kıvırarak, oynayarak, tamam doğrulup hikâyetin kavlince (hikayede söylendiği gibi) eğilip dibine kadar yerleştire. Ekseriya mabeyn odasında "koç kaçmığı" tabir olunur. Cariye mücamaatı (cariyeyle ilişki) bunun gibi olup erkeğin kuvveti dahi kemalde ise, gayet lezizdir, tabiri mümkün değildir. ismine "rahatü'z-ziyb" derler.
İKİNCİSİ: Mahbube dört ayaklı gibi olup dura, badehu (sonra) erkek üzerine varıp belinden tuta, şehvet-i tam hasıl olunca (tam bir şehvet noktasına ulaşınca) mahbubenin dahi bacaklarını yâb yâb çekip ferc-i zîbasına koya. Badehu yine çıkara, temiz silip beynü's sebileyn (sebil gibi su akıtan yerlerin arasına) sürtüştüre, mevzî-i zîbaya ithal edip inzal ola. ismine, "niykü'1-muac" derler.
ÜÇÜNCÜSÜ: Erkek döşek üstüne oturup sağ dizini dike ve sol dizini yere bıraka. Ve mahbube dahi oturup sol dizini dike ve erkek mahbubeyi niyk-i pehlusundan (hoş ve güzel olan yan tarafından) tutup kendine çeke ve zekerine şehvet-i tam (tam şehvet) verip mevzî-i zîbaya aşk ile ithal eyleye. Mahbube dahi burun nağmeleri ederek "Of, of, aman, merhametsiz zalim..." diyerek inzal olalar. Bunun ismine, "niyku'1-uruc" derler.
DÖRDÜNCÜSÜ: Mahbube dört ayaklı gibi olup dirseğini yasdığa dayaya ve eline def alıp harbiye usulü agaz ede (savaş şarkısı söyler gibi okuya) ve kıçını domalta. Erkek dahi eline çalpare (zile benzer, tahtadan yapılmış bir çalgı) alıp düğün usulünde terennüm ederek ardına geçip ve ikisi dahi ahenklerini birbirine uydurup reftâr ederek (gidip gelerek) inzal olalar. Bu gûnâ (şekilde) hareketler ile mahbube erkek gönlünü cezbedip zevk-u safadan hali olmayalar (vaz geçmeyeler). Bunun ismine "mismaru'l-guvve" derler.
BEŞİNCİSİ: Mahbube yüzü üstüne çekip eyile ve erkek dahi ardına geçip göğsünden sarıla ve mahbubenin başını çevirip dudaklarından eme. Badehu (sonra) mahbube erkeğin aletini eline alıp baldırları arasına sürtüştüre, tamam şehvet kıvama geldikte başını tükrükleyip mahbube kendi eliyle ithal eyleye. Bunların kemal-i safalarından soluyarak ve içini çekip ağlayarak ve naz ederek inzal karîb olunca (boşalma yaklaşınca) mahbubenin dilini eme, karnını kucaklaya ve kemal-i lezzetinden (aldığı aşırı lezzetten) ellerini birbirine çırparak inzal olalar. Bunun ismine, "maid" derler.
ALTINCISI: Mahbube yüzü üstüne yata ve erkek dahi aletine kıvam verip sıçrayıp üstüne çıka, yerleştire. Badehu şiveler ederek inzal olalar. Bunun ismine "felâhat" derler.
YEDİNCİSİ: Mahbube eğilip bir ayağını önüne çekip dura ve erkek dahi uyluğundan arasına girip saçlarından tuta. Mahbube saçlı (...burada bir kelime okunmuyor) bindirip inzal oluncaya kadar gezdire ve safa kesbedeler (zevk alalar). Bunun ismine "bostani" derler.
SEKİZİNCİSİ: Mahbube eğilip ayağının parmaklarını tuta ve erkek dahi şehvet-i tam ile (tam bir şehvetle.) durmayıp yerleştire. Bunun ismine "sünbül-i i'nan" derler.
DOKUZUNCUSU: Mahbube dört ayaklı gibi olup baldırların ayıra ve erkek bir bacağını altına ve birini üstüne koyup haçvarî (haç gibi) durup mevzî-i zîbasına yerleştire. Bunun ismine "niyku'l-müşebbek" derler. ,
ONUNCUSU: Mahbube döĢek üstüne eğilip ellerini çaprazvari göğsüne koya. Bir dizini uzatıp ötekini büke. Ve erkek dahi ensesinden tutup zekerini mevzî-i zîbaya koya. Buna "kellâb" derler.
KISM-I SADİS: KIYAM
(Altıncı kısım: Ayakta yapılan cinsel ilişki)
Yani kıyam demek, ayak üstünde mücamaat demektir. Bu dahi on nev' üzerinedir.
EVVELKİSİ: Mahbube ayak üzerine kalkıp meclisten gidiyor gibi veda eyleye. Erkek dahi hemen yerinden kalka, mahbube dahi civanın boynuna sarılıp öpüşeler. Ve erkek "Nazeninim, bizi bırakıp nire gidersin" diyerek dilnüvaz lâflar eyleye. Birbirlerine muhabbetleri cuş edip mahbube şenlenip erkek dahi mevzî-i zîbaya el edip okşayarak aheste aheste yerleştire ve kemâl-i safalarından burun nağmeleriyle türlü türlü hareketler edip inzal olalar. Bunun ismine "niyku'1-vedâ" derler.
İKİNCİSİ: Mahbube giyinip ve kuşanıp ferace ve yaşmağını bağlayıp dehliz kenarına dayanıp dura ve erkek dahi gelip hemân (hemen) nikabı (örtüsü) üslünden peçeyi kaldırıp busesini alıp bend-i şalvarına (şalvarının ipine) el atıp çözerek şalvarını bir ayağından çıkara ve ayağını kaldıra ki, ferc-i zîba kaz göğsü gibi aşikâr ola (ortaya çıka). Erkek dahi onu bu hey’ette (şekilde) görünce bir mertebe (o derecede) şehvete gele ki, zekerini göbeğine yapıştıra. Bu halde iken ayağını dehlize dayayıp eliyle zekerini göbeğinden ayırarak fercin ağzına getirip öyle şiddetli ve salâbetli (sert) duhul eyle-ye ki (gire ki), mahbubeyi yerinden edip kemâl-i zevk ve safasından (aldığı zevkin yüksekliğinden) hoşnud ve "Zalim" diyerek inzal olalar (boşalalar). Bunun ismine "dehliz" derler.
ÜÇÜNCÜSÜ: Mahbube ayak üstünde durup göğsü üzerine dehlize dayanıp ve erkek dahi usul ile ardından varıp eteklerin kaldırıp bend-i şalvarını küşad verip (şalvarının ipini çözüp) bükülür gibi baldırları dahi aşikâre olunca (görününce), belinden kucaklayıp derhal zekerini mevzî-i zîbaya ithal eyleye, safa kesb edeler (zevk alalar). Bunun ismine "niyku'l-acele" derler.
DÖRDÜNCÜSÜ: Mahbube ayak üstünde dururken erkek otura ve ayaklarını uzata ve zekerini şehvet-i tam ile (tam bir şehvetle) kaldıra. Mahbube dahi mukabelesine gelip (karşısına geçip) mevzî-i zîbasına geçire. Ayaklarını önüne doğru uzata ve ve ağız ağıza geleler. Ve mahbube dahi kemâl-i zevkinden hareketten hâlî olmayarak (vazgeçmeyerek) inzal olalar. Bunun ismine "niyku'1-cin" derler.
BEŞİNCİSİ: Mahbube ayak üstünde durup ellerini böğründe tuta ve göbek gösterip metâını aşikâr ede (malını ortaya çıkara). Ve erkek dahi karşıdan zekerini fercine nişan rast getirip (nişan alarak) yerleştire. Mahbube "Ferc-i zîbamı canım harab ettin zâlim" diye. Erkek dahi küheylân at gibi hışlayarak doğruldukta dahi (doğrulunca da) zekerinin kuluncunu kırarak bir mertebe mütelezziz olup (lezzet alıp) inzal olalar. Buna "musadıriyye" derler.
ALTINCISI: Mahbube bir sahra kenarında yüzü üzerine yatıp g...nü davul gibi domaltıp ve erkek dahi ardına geçip davulunu usulü üzre okşayarak inzal olalar. Bunun ismine, "sakayat" derler.
YEDİNCİSİ: Mahbube ile civan ayak üzere durup birbirlerine sarılalar ve ayaklarının dahi aralarını birbirlerine muhalif tutalar. Ve erkek zekerini mevzî-i zîbaya dayaya ve mahbubenin dahi gözleri süzülüp şehveti tam olunca yerleştirip safâyâb olalar (zevk alalar). Bunun ismine "muhalif derler.
SEKİZİNCİSİ: Mahbube ayak üstünde durup ayağını kaldıra ve erkek dahi mahbubenin ayağını böğrüne dayaya ve iki elini arkasına koyup zekerini mevzî-i zîbaya yerleĢtire. Burun nağmeleri ile safâlar kesbederek inzal olalar. Bunun ismine "niyku'1-şebî" derler.
DOKUZUNCUSU: Mahbube yüzünü duvara koyup elleriyle duvara dayana ve ayaklarını ayırıp dura." Ve erkek dahi baldırları arasına girip alet-i ma'hudesini (bilinen aletini) mevzî-i zîbaya yerleştire ve çalkıyarak (çalkalayarak), oynayarak beraber inzal olalar. ismine "safiyye" derler.
ONUNCUSU: Mahbube ayaklarını kaldırıp duvara dayaya ve erkek dahi baldırları arasına girip şehvet-i tam hasıl olunca (şehveti tam olarak gelince) tâb-tıraş yerleştire. Buna, "niyku'l-necih" derler.

ŞEKL-İ CİMA (Cinsel ilişkinin şekli)
Ezcümle (kıcasa) birisi "figai" tabir olunan şekle, zürefay-i Rum'da (Anadolu'nun zarif kişileri arasında), "şeddü'l-revanî" derler. ġekli budur ki erkek arkası üstüne yatıp ayaklarını uzata ve mahbube dahi gelip erkek uyluğu arasına girip otura. Badehu sol eliyle civanın zekerini tutup sıkıştıra ve şehvet-i tam hasıl oldukta (şehveti arttığı zaman) hemen mahbube kalka ve zekeri eliyle alıp fevvare (fıskiye) gibi dahi meni atınca elleyip sonra tamam inzal oldukta mahbube temenna ederek (selam vererek) "Afiyetler olsun sevdiğim efendim" diye. Celb-i kulb-u baisdir. Bu güna cimaya "fevvare-i fıskiye" teşbih etmişlerdir.
Ve biri dahi bu günadır ki, mahbube arka üstüne yatıp ve erkek dahi üstüne yatıp mahbube ellerini erkeğin boynuna sarıp bacaklarını dahi arkasına sarıp tamam erkek zekerini yine ithal ettikte bir ya iki dakika varıp geldikte erkek doğrulup kalka, mahbubeyi belinden kucaklayıp kendi boynuna asılıcı olduğu halde kaldıra. Bu minval üzere mahbube erkek kucağında ve zekeri dahi mevzi-i zibasında kah eğilip kah doğrulup bu hal üzre inzal olunca (boşalınca) cilveler ederek zevkyab olalar. ismine "mülhak" derler. Ekseriye bu şekil üzre cima, ince belli zarif olan mahbubeler ile olur. Kucağa alması âsân (kolay) olup vücuda sıklet (ağırlık) vermezler.
Camiu'l-lezzât sahibi ("Lezzetleri biraraya getiren kitap" anlamında bir eser ve onun kim olduğunu bilmediğimiz yazarı), cimanın bir garip şeklini beyan eder (açıklar). Bu mahalde zikr olundu (burada anlatıldı):
Evvelâ kıçını altına yerleştire. Yastık koya ve arkası üstüne yatıp ve başını dahi yere koyup karnını domalttıra. Ve erkek dahi mahbubeye arka üstü dönüp sinesi üstüne çıkıp otura ve mahbubeyi kendi elleriyle ve ayaklarıyla beraber tutup başına doğru çeke. Hatta erkek mahbubenin ayakları arasında kala. Böyle ettiği halde ferci ve g..ü kaz yumurtası gibi aşikâre olup (görünüp) meydana çıka. Hemen onları görerek mevzî-i zîbasına bütün bütün yerleştire. Bunun ismine "rubanî" tabir olunur.
MÜLÂTAFA VE MÜLÂABELER:
(şakalaşmalar, oynaşmalar)
Malum ola ki mücamaata mübaşeretten evvel (ilişkiye başlamadan önce) mahbube ile mülâtafa (şakalaşma) ve mülâabe (oynaşma) edip birbirlerine arz-ı muhabbet (sevgi gösterişi) ve nâz-u niyaz ederek nazikane (nazik şekilde) sohbet esnasında boynuna sarılıp "Görüp bostanların bildim kemâlin gül memelerde / Turunç amma ki bildim nice bitmiş yasemenlikte" diye memelerini okşaya,
"Seni yaramaz" diye baldırlarını çimdikleyerek ve kiraz gibi dudaklarından emip gül yüzünden koklayarak busekenâr ederek (öperek) karnına ve göbeğine doğru el ederek bend-i şalvarını küşâd vere (şalvarının bağını aça). Zira bend-i şalvar (şalvarın bağı), heves-i vuslata (birleşme hevesine) bahanedir. Badehu (sonra) vuslata mübaşeret eyleyip (ilişkiye başlayıp) zevkyab olalar (zevk alalar).
BÛS OLUNACAK YERLER
(Öpülecek yerler)
Malum ola ki, mahbubenin bus olunacak yerleri yanakları ve dudakları ve gözleri ve alnı ve gerdanı ve sinesi ve göbeği etrafı olup billur gibi olursa, yani mevzî-i zîbaaın dudakları dahi lezizdir, lâkin her birine göre (herkese göre) değildir. Pes (artık) bu mevzilerde (yerlerde) boğaz sadaları ederek doya doya, istediği gibi öpüp okşayalar.
KOKLANACAK YERLER
Malum ola ki, mahbubenin koklanacak, emilecek yerleri gerdanı ve yanakları ve alt dudağı ve zülüfleri (saçları) ve turunç gibi memeleri arası ve ayva göbeği ve kaz göğsüne benzer kasıklarıdır. Bu mevziler koklanacak, sevecek yerlerdir, misk-i anberden lâtif rayiha istimam olunur (misk ve anberden daha hoş koku alınır). şehvet galebe eylediğinde (arttığı zaman) emmek ve ısırmak ve koklamak gibi lezîz birşey olmaz.
LEZZET-İ CİMADIR
(ilişkiden zevk almak)
Avratlar cimadan hazzetmeleri ve cimaları gayet leziz olmasına müteallik ahvaller (durumlar) beyanındadır.
Malum ola ki bu fennin dakikaşinasları (anlaşılması zor olan tarafını bilen kişileri) nisvana (kadınlara) suimizac arız oldukta (kötü huylar geldiğinde), bedenlerine cimadan daha iyi nesne yoktur. Zira ki bedenlerini ıslah etmektir. Onlara cima şifa oluptur ki mücamaat olundukta (ilişkide bulunduklarında) mücamaatları erkekle dahi lezzetlidir. Hususan (özellikle) mahmum olduğu (ateşlendiği) vakitte olsa, cimanın hudusu (sonraki etkileri) bedene sühunettir (sıcaklıktır). Ferci dahi kızdırıp o vakitte olan cima, sair vakit olan cimadan leziz olur. Zira gündüz hareket sebebiyle fercin dudakları birbirine sürtmeden sühunet (sıcaklık) peyda etmekle sıcak olur. Ve rutubeti mütehallil olmakla (ortadan kalkmakla, çözülmekle) pak (temiz) olur. Hususan (özellikle) tebevvül ettikçe (işedikçe) taharet (temizleme, yıkama) sebebiyle nezafet kesbeder (temizlenir).
Amma gece oldukta mevzi-i zibanın dudakları birbirine mutabık olduğundan, ağzı kapalı ademin ağzında bir rayiha peyda olduğu gibi (koku oluştuğu gibi), lâteşbih (benzemesin ama), ona dahi bir rayiha arız olur (koku gelir). Arabiden (Araplardan) Kadı Abdullah'tan rivayettir ki şol kimse ki evladım zeki ve reşid ve hüsündar (güzellik sahibi) olsun gerektir ki uyku akabinde (uykudan hemen sonra) mücamaat eylemeye. Belki bir miktar hareket-i bedeniye (vücut hareketi) ve nefsaniye (canlanma) oldukta cima eyleye. Ve kablezcima (ilişkiden önce), mevziyi tatlı su ile gusl eyleye (yıkaya). Bunların veledin bedeni pak (temiz) ve reşid olmasına sebeb-tir.
Ve bazılar derler ki, on iki yaşını tecavüz etmedikçe gece kızlara yakınlık etmeyeler. Bedenlerini sörpük ve taravetlerinin (tazeliklerinin) noksanına sebeptir. iptidası (başlangıcı), on üç yaşından on sekiz yaşına değindir. Ziyade safaları (en çok zevk verdikleri zamanlar) on üç yaşında hamile olup vaz'-ı hami edinceye (doğuruncaya) değin. Zira vaz'-ı hamiden (doğumdan) sonra bir miktar evlada meyil etmeleri, muhabbet noksan olmaklığa bais olur (sebep olur).
Hasılı on sekizden kırka kadar taravetnüma (taze görüntüleri) ve hüsn-ü bahaları (güzellikleri) tekmil (tam) olup badehu (sonra) günden güne bedenlerine rahat ve cildlerine buruşma arız olup ekserisi hayızdan münkati olan (menapoza giren) avrat ile mücamaat eylemek inde't-tababi (doktorlar tarafından) mezmumdur (hoş karşılanmaz). Ashab-ı tecrübe (deneyimli kişiler) derler ki, hamile olan hatun hamlettikten (doğurduktan) sonra nifasdan pak olduğu gibi (lohusa süresini geçirmesiyle) mücamaata mübaşeret eyleyeler ki (girişeler ki), bedenlerini ıslah edip kendilerine sıhhat hasıl olur. Zira susuzluk vaktinde kiĢiye su hayat verdiği gibi, onlara meninin vusulü (gelmesi) aynihayattır (hayat gibidir).
NİSVANIN RİCALE MEYİLLERİ
(Kadınların erkeklere meyletmesi)
Mahbubelerin rical (erkek) tarafına meyil ve muhabbetleri ziyade hazzeyledikleri (zevk aldıkları) vadiler (durumlar) beyanındadır. Malum ola ki kadınların indinde memduh (övünülen) ve pesendide olan (beğenilen) ahval (durumlar), erkeğin sehavet (cömert) ve şecaat (yiğit) ve kavline (sözüne) sadık olup sözü tatlı olmasıdır. Ve hezli (eğlenceyi) ve medhi (övmeyi) farkedip ve latifeler bitmesidir. Ve ahdine vefa edip (sözünü tutup) nazlarına muvafık (uygun) niyaz ve cefalarına tahammül eylemesidir. Ve dahi erkek giyinip kuşanmakta zarif-heyet (hoş görünümlü) olup ve zendost kıyafet (kadınlardan hoşlanan şekilde) olmasıdır. Ve ahdine ve hilkati pak (yaratılışı temiz) ve bedeni nezafet (temizlik) üzre kıl kondurmamasıdır. Ve avratlar yanında sakallıdan bıyıklı ziyade muteberdir (bıyıklı erkek, sakallıdan daha fazla geçerlidir).
BİR BAŞKA BAHNAME
Bazı bahnamelerde ise, pozisyonlar yerine kadın ve erkeklerin belirli özellikleri anlatılır, kadınlar özelliklerine göre sıralanır.
Aşağıda, özel kitaplığımızda bulunan 16. yüzyıldan kalma ve yazarı belli olmayan bu şekildeki bir elyazması bahnamenin 77.a-80.a sayılı varakları arasında yeralan bazı bölümleri veriyoruz. Metin içerisindeki arabaşlıklar, bize aittir.
"...Kadınlarda öyle alâmetler (belirtiler) vardır ki, cima etmeye begayct (çok) haris (hırslı) olur ve yüzüne bakınca güler ve sarılmaktan azîm (büyük) lezzet bulurlar. Bu babda (bölümde), avratlarda olan hub (güzel) alâmetleri zikredeceğiz:
Şimdi bu zikredeceğimiz güzel alâmetler bir avratta bulunsa, onun hüsnü (güzelliği) gayet kemalde olur. Ve alâmetlerin bazısı eksik olursa, güzelliği de o kadar eksik olur. Bu alâmetlerin cümlesinin (tamamının) bir avratta bulunması, hepsinden yeğdir (daha iyidir).
Güzellik alâmetleri bunlardır:
Dört nesnesi kara gerek: Saçı ve kaşı ve kirpiği ve gözünün karası.
Dört nesnesi kızıl gerek: Dili ve dudağı ve yanakları ve avurdları.
Dört nesnesi değirmi (yuvarlak) gerek: Yüzü ve gözü ve topukları ve bilekleri.
Dört nesnesi uzun gerek: Boynu ve burnu ve kaşı ve parmakları.
Dört nesnesi hoş kokulu gerek: Burnu ve azası (el, kol, ayak ve bacakları) ve koltuk altları kokusu ve ferci kokusu.
Dört nesnesi kik (geniş) gerek: Alnı ve gözleri ve göğsü ve butları.
Dört nesnesi dar gerek: Burun delikleri ve kulağı delikleri ve göbeği deliği ve ferci.
Dört nesnesi kiçi (küçük) gerek: Ağzı ve elleri ve ayakları ve kulakları.
Ve dahi şöyle gerek ki başı ne büyük ve ne küçük ola.
Ve boynu dahi ne uzun ve ne kısa ola.
Ve ne arık (zayıf) ve ne semiz ola.
Ve dahi gerektir ki, eti dahi değirmi (yuvarlak) ola.
Benzi ak ola veyahut kaz benizli veya karayağızın güzeli ola.
Ve teni pembe ola.
Ve saçı sık ve uzun ola, zira ki saç avratların yüzsuyudur.
Ve güldüğü vakit hub (güzel) ola. Zira geri kalan vasıflarından evvel, gülmesi gerek.
Ve gerek ki, gözlerinin karası çok ola ve kaşları çatık ola.
Ve yürüdüğü zaman, g...nün etleri deprene (titreye).
Ve huyu tatlı ola sözü tatlı ola ve yumuşak ola.
Ve bu dediğimiz şartlar bir avratta bulunsa, o avrat güzelliğinin kemalindedir.Şehvetin belirtileri...
Öyle alâmetler (belirtiler) vardır ki, avrata bakınca şehveti az mıdır, çok mudur bilinir.Şimdi, anlayış sahibi kişiler derler ki, avratın ağzı büyük olursa, ferci geniş olur.
Ağzı küçük ve dar olursa, ferci de dar olur.
Alt dudağı kalın olursa, fercinin iki kenarı kalın olur.
Üst dudağı ince olursa, fercinin iki dudağı da yufka gibi olur.
Alt dudağı ince olursa, ferci kuru olur.
Dilinin ucu kişmiş (kuş üzümü) gibi olursa, ferci soğuk olur.
Burnunun ortası yumru olursa, cimaya rağbeti az olur.
Kolunun arkası çukur olursa, cimaya rağbeti çok olur.
Saçı seyrek olursa, ferci yumuk olur.
Eneği (çenesi) uzun olursa, ferci alınlı olur.
Yüzü büyük ve yoğun (kalın, iri) olursa, g..ü küçük ve ferci büyük ve dar olur.
Ayağı uslu elli olursa, ferci gayet büyük ve er katında (erkekler nazarında) sevgili olur.
Ve baldırları yoğun ve etli olursa, şehveti gayet çok olur ve cimasız kalmaya sabredemez.
Ağzı ince ve emçekleri (göğüsleri) değirmi olsa ve sarkık olmasa ve emçek düğmeleri (memeleri) katı olsa, cimaya şehveti az olur. Meğer ki (ama) çok cima kılmaktan şehvet depreşir (artar).
Ve baldırları yoğun olsa, fercinin kenarı kalın olur.
Ve benzi kızıl ve gözleri gök (mayi) olsa, cimaya rağbeti az olur.
Ve gülmesi ve hareketi çok olsa, cimaya rağbeti çok olur.
Ve oynamayı sevse, cimaya rağmeti gayet çok olur.
Baldırları ince olsa ve umukları (bilekleri) büyük olursa, ferci dahi büyük olur.
Ve gözleri belirgin olursa, ferci geniş olur.
Kadın çeşitleri...
Avratlar, beş bölüktür (gruptur). Bir bölüğü odur ki, henüz baliğ değildir.
Birisi odur ki baliğdir velâkin yiğitlikle (gençlikte) kemalinde değildir.
Birisi dahi odur ki, yiğitlikte kemalindedir (gençliğinin olgunluğundadır).
Biri dahi odur ki, saçma ben (ak) düşüptür (düşmüştür).
Ve biri dahi odur ki, saçının akı, karasından çoktur.
Amma o ki baliğ olmamıştır, onun tabiatı gerçek söyleyici ve nesne gizlemeyicidir.
O ki baliğdir, lâkin yiğitlik kemalinde değildir (ilk gençliğindedir), azıcık utanır olur ve bir nesne getirip yerse g...nü domaltır ve memeleri sarkmağa başlar ve aldanması çabuk olur.
Ama o ki yiğitliğin olgunluğundadır, hali ve edebi ve hicabı (utanması) da olgunlukta olur.
O ki saçına ak düşmüştür, cimaya hırslı olur.
Ama o ki saçının akı karasından çoktur, eti gevşek olur ve yüzünün nuru söner ve üzerine başka avrat almasın ve kimseyle cima etmesin diye erine çok lütuf eder. Her avrat bu hale gelse, bilgil kim (bil ki) ondan asla menfaat yoktur ve cimasında da lezzet yoktur.
İlişki sıralaması...
Bil ki, avratlar cima arzusunda 13 bölüktür (gruptur): Beşi, cimayı yavlak (çok) severler, beşi hiç sevmezler, üçü de ne sever, ne sevmezler.
Amma o beş ki cimayı yavlak severler, cimadan artuk (geri kalan) nesneye hiç meyli yoktur. Birisi odur ki saçına ben ("ak" anlamında) düşmüş ola ve emçeklerinin düğmesi gevşemiş ola ve biri dahi odur ki uzun boylu ola ve biri dahi odur ki orta boylu ola ve birisi dahi odur ki olmaya. Amma o beş ki cimaı sevmezler, ondan yana hiç meyletmezler. Birisi odur ki, henüz baliğ olmayıptır (olmamıştır), birisi odur ki kısa boylu ola ve birisi dahi odur ki begayet semiz (çok şişman) ola ve birisi dahi odur ki eri begayet (çok) cimacı ola. Ve bu sıfatlı avratlar öpmekten ve koçmaktan artuk (fazla) erleri sevmezler.
Arrim . o üç ki cimaı ne severler ve ne sevmezler. Birisi odur ki yirmi yaşı  on beş yaş arasında ola ve birisi dahi odur ki otuz ile yirmi arasında ola ve birisi dahi odur ki tamam otuz yaşında ola. Amma o ki yirmi ile on beş arasındadır, cimaı biraz sevmez (az sever). Amma o ki yirmi ile otuz arasındadır, cimaı o kadar dilemez olur, erden utandığından (erkekten utandığı için). Meğer ki onunla oynayalar ve sohbet edeler, ta ki yüzü açıla ve şehveti deprene.Amma o ki tamam otuz yaşındadır, cimaı er dönüp etmedikçe ve muhabbet göstermedikçe avrat talep etmez.
Boşalma türleri... '
Avratların cima etmekte inzali (boşalması) üç türlüdür:
Birisi odur ki, inzali begayet tiz (çok çabuk) olur.
Birisi odur ki, inzali begayet (çok) geç olur.
Ve birisi de odur ki, ne geç ve ne tiz olur.
O ki tiz olur, uzun ve teni arıktır (cılızdır). O ki geç olur, kısa boylu ve semizdir.
Bil ki, avratların inzal alâmetleri (boşalma belirtileri) şunlardır ki, gözleri süzülür ve er yüzüne bakmaya utanır ve alnı terler ve göğsü titrer ve ere berk (sıkı) yapışır. Ve bilgil ki (bil ki) avrat ile erin inzali bir olacak (aynı anda olursa), azim (büyük) lezzet bulurlar. Ve yine bil ki, avratla erin menileri birbirine karışacak olursa, aralarında muhabbet çok olur.
Kaç çeşit fere var?...
Bil ki, avratların ferci üç türlüdür: Birisi gayet büyüktür, birisi gayet küçüktür ve birisi de ne büyük, ne küçüktür.
Bil ki, erlerin dahi zekeri üç türlüdür: Birisi gayet uzundur, on iki parmaktır. Ve birisi sekiz parmaktır ve birisi altı parmaktır.
Büyük zeker ile küçük ferce cima etmek, münasip değildir. Bunda, cima lezzeti bulunmaz.
Amma yoğun (kalın) zeker ile orta ferce cimada lezzet bulunur.
Kiçi (küçük) zeker ile orta fercde de lezzet bulunur, velâkin zaruri ise yapılır.
Ve ondan daha iyisi yoktur ki, büyük büyüğe, orta ortaya ve küçük küçüğe münasiptir. Böyle olursa, oğlan ve kız doğunca, ataya benzer. Teninde eksik ve kusur olmaz, teni an (temiz) olur.
Böyle olmazsa (bu şekilde yapılmazsa), bir ügü (puhukuşu) aygıra veya kısrağa katılmış gibi olur. Yahut beygir aygıra katılmış gibi olur. Ve her nesne cins, cinsiyle gerekir...".

BİBLİYOGRAFYA
- Abdülhalim Galip Paşa: "Mutayyebat-ı Türkiyye". Basım yeri ve yılı belli değil, 19. yüzyıl ortaları.
- Ahmed Cevdet Paşa: "Tezâkir". Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1953.
- Ahmed Refik: "İstanbul Hayatı", İstanbul 1917-1932.
- Ahmed Sahib (çeviren): "Kamasutra - Sevmek Sanatı", istanbul 1329.
- "Bahname". Yazarı, basım yeri ve yılı belli değil. 19. yüzyılın başlarında olabilir.
- Burill, K.R.F.. "The Nasreddin Hoca Stories". Archivum Ottomanicum, Mouton, Anno. 1970.
- Çakmut, Feza: "Hubanname-Zenanname'nin Minyatürleri", istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Kürsüsüne verilmiş basılmamış bitirme tezi, 1975.
- Derviş ismail: "Dellâkname-i Dilküşâ". bizdeki yazma nüsha, tarihsiz.
- Ertop, Konur: "Türk Edebiyatı'nda Seks , istanbul 1977.
- Fazıl-ı Enderunî: "Hubanname". istanbul Üniversitesi Küt., T.Y.5502.
- Fazıl-ı Enderuni: "Zenanname. Çenginame, Defter-i Aşk". Bizdeki yazma nüsha.
- Gazalî: "Dâfiu'l-Gumûm ve Râfiu'l-Humum". istanbul Üniversitesi Küt., T.Y.9659, 1400.
- Gölpınarlı, Abdülbaki: 'Divan Edebiyatı Beyanındadır", istanbul 1946.
- Hâce Nasreddîn-i Tûsî: "Bahname-i Tûsî". istanbul Üniversitesi Kütüphanesi, T.Y.7152.
- Hacı Mustafa Rakım (?): "Mürşîd-i Müteehhilîn" ve "Mürşîd-i Nîsâ". istanbul, 1299.
- Kâtibzade Mehmed Refi: "Bahname", istanbul Üniversitesi Kütüphanesi, T.Y.2706.
- Keykâvus: "Kabusname" (Yayınlayan: O.ġ.Gökyay). istanbul. 1974.
- M.S.: "Zifaf Gecesi-Harem Ağası'nın Muaşakası". istanbul. 1329.
- Nazım şakir: "Aşk-ı Marazi". istanbul 1326.
- Refik Ahmet: "istanbul Nasıl Eğleniyordu?", istanbul 1927.
- Gihabeddin: "Bahname" (Mir Mustafa bin Hüseyin Paşa tercümesi). Topkapı Sarayı Kut.. R. 1702.
- Şövalye Hasan Bahri: "Nisvân-ı Zarife", istanbul 1327.
- Uluçay. Çağatay: "Harem". Türk Tarih Kurumu Yayınları. Ankara 1985.
- Uluçay, Çağatay: "Harem'den Mektuplar", istanbul, 1956.
- Uluçay, Çağatay: "Osmanlı Saraylarında Harem Hayatının içyüzü", istanbul, 1959.
- "Zifaf Hatırası", yazarı belli değil, istanbul 1330.